“KÜRESEL BİR SORUNLA KARŞI KARŞIYAYIZ. ÖRNEĞİN İSRAİL’DE OLDUĞU GİBİ ÜLKENİN TAMAMINI AŞILASANIZ BİLE EĞER FİLİSTİNLİLERE TEK BİR DOZ AŞI VERMİYORSANIZ BU SORUNU ÇÖZEMEZSİNİZ. DÜNYA AÇISINDAN DA BÖYLE BİR SORUN SÖZ KONUSU”
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulunun (UDEK), 6 Mart 2021 günü Covid-19 ve Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Sempozyumu düzenledi. Sempozyumda yer alan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala sunumunda şunları anlattı:
“Dünyada yapılan çalışmalar pandemiyle mücadelede bazı ülkelerin ölümler ve olgular üzerinden değerlendirildiğinde daha başarılı; bazı ülkelerin ise başarısız olduğunu ortaya koymuş görünüyor. Burada birkaç etmen var ama ön planda iki etmenin olduğu artık bütün bilim çevreleri tarafından kabul ediliyor. Bir tanesi ülkenin yönetim sistemi bir de ülkenin sağlık sistemleri. Küresel kapitalist sistemin ihtiyaçlarımıza yanıt vermediği gerçeğini ve kamucu sağlık sistemlerine duyduğumuz ihtiyacı bir kez daha tartışmaya açmaya ihtiyacımız var.
“AŞILAMADA ÇOK BAŞLARDAYIZ VE EĞER BİZ GÜNDE ORTALAMA 200 BİNİ BULMAYAN BİR AŞILAMA POLİTİKASINI BÖYLE DEVAM ETTİRECEK OLURSAK ÖNÜMÜZDE AŞAĞI YUKARI 18-19 AY CİVARINDA BİR ZAMAN SÖZ KONUSU OLACAK”
Pandeminin İyi ve Kötü Örnekleri
Yapılan sınıflandırmalardan bir tanesi, örneğin en başarılı yanıt veren 5 ülkeyi Tayvan, Yeni Zelanda, İzlanda, Singapur ve Vietnam olarak karşımıza çıkartıyor. En kötü yanıt veren ülkeler ise açık ara ile Amerika Birleşik Devletleri önde… Hemen hemen bütün sınıflandırmalarda en kötü performans Amerika Birleşik Devletleri’nde karşımıza çıkıyor. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi dünyada kişi başına en fazla kaynağı aktaran ülke olmasına rağmen sağlık çıktılarının bu pandemide en kötüler arasında yer almasıdır. Bunun yanı sıra Brezilya, Hindistan, Meksika ve Birleşik Krallık da kötü yanıt veren ülkeler içerisinde yerlerini alıyorlar.
Türkiye’de Süreç Şeffaf Yönetilmiyor
Türkiye’den bu konuda örnek vermemiz çok kolay değil hepinizin bildiği gibi… Sağlık Bakanlığı şeffaf bir süreç yönetmiyor. Olguların ve ölümlerin tamamını açıklamadığına ilişkin bizim uzun zamandır iddialarımız var. Sonunda bu iddiaları biliyorsunuz, olgular açısından Sağlık Bakanı da kabul etmek zorunda kaldı.
ABD’de Eyalet Farklılıkları
ABD’ye baktığımızda örneğin eyaletler arasında da ciddi farklılık olduğunu görüyoruz. Yüz bin kişi başına Covid-19 nedenli ölümlere baktığımızda örneğin New Jersey ile Vermont arasında çok ciddi bir farklılık var. Bu da eyaletler arasındaki hem sosyo ekonomik duruma bağlı değişkenlerin etkisini hem de merkezi yönetimden bağımsız geliştirilen sağlık alanına özgü girişimlerin etkisini görüyoruz. Yeri gelmişken Vermont belki size çok tanıdık gelecek Amerika’daki en başarılı eyalet ölümler açısından. Çünkü Bernie Sanders biliyorusnuz Vermont Senatörü… Orada Vermont Eyaletine ilişkin diğer eyaletlerle kıyaslandığında daha özgürlükçü, daha demokrasiye yatkın bir topluluk anlayışı olduğunun üstüne çeşitli makaleler var.
Yönetim Sistemi ve Sağlık Sistemi Farkı
Yine değişik sınıflandırmalara baktığımızda Covid-19 pandemisine yanıt verme açısından ülkeler arasında önemli farklılıklar olduğunu görüyoruz. Yapılan bir sınıflandırmaya göre yüz ülke değerlendirmeye alınmış. Türkiye 30. sırada… Değişik bileşenlere yanıt verme düzeyi açısından… Bir başka sınıflandırma da Ekonomist dergisinin; hem ülkedeki risk düzeyine hem de buna verilen yanıtı kategorize ettiklerinde bazı ülkeler, Yeni Zelanda en iyi yanıt veren ülkelerden birisi ve riski de yüksek ülkeler içerisinde yer almasına rağmen yine Almanya, Norveç, İzlanda, Danimarka, Avusturya gibi ülkeler ön plana çıkıyor. Kötü yanıt veren ülkeler içerisindeyse İtalya, İspanya, İsveç, Hollanda, Birleşik Krallık ve Belçika karşımıza çıkıyor. Buradan iki ülkeyi kıyaslayacak olsak, örneğin Yeni Zelanda ile Belçika’yı … 1 milyon kişi başına düşen Covid-19 toplam ölümleri arasında hesaplamada zorlanacağımız kadar ciddi bir farklılık var. Dolayısıyla şunu söylemek mümkün: Başka değişkenlerin etkisi, örneğin demografik değişkenler gibi etmenler ortadan uzaklaştırıldığı zaman ülkelerin hem yönetim sistemlerinin hem de sağlık sistemlerinin pandemiye yanıt verme kapasitesi, o ülkede yaşayan yurttaşların sağlıklarını doğrudan etkiliyor. Hatta sağlıklarına etkilerini bir yana bırakın sağ kalımlarını doğrudan etkiliyor. Buna ilişkin çok önemli kanıtlar var elimizde.
Covid-19’a Yanıt Verme Kapasitesi
Ocak ayında yayınlanan Avustralya’daki bir düşünce enstitüsü tarafından 100 ülkeyi kapsayan bir çalışma bugünlerde çok fazla tartışılıyor. Ülkelerin Covid-19’a yanıt verme kapasiteleri ve başarılı olup olmamaları açısından.. Türkiye özellikle ilk haftalarda çok kötü bir performans sergilemiş durumda. Amerika Birleşik Devletleri İran ile kıyasladığımızda; İran’dan zaman zaman daha kötü performansı olan ya da zaman zaman benzer bir performansı olan ülke olarak karşımıza çıkıyor. Tabi şöyle bir soru var burada. Örneğin Yeni Zelanda ile Amerika Birleşik Devletlerini ayıran nedir? Ya da Türkiye ile İran’ı kıyasladığımızda Türkiye’yi daha başarılı konuma götüren nedir? Bunlara biraz veriler ışığında bakmaya çalışalım…
Epidemiyoloji Yönetimi
Biz epidemiyoloji ile uğraşanlar uzun zamandır diyoruz ki salgın yönetiminin epidemiyoloji bilimine göre izlenmesi gereken aşamaları var. Bir kere ilk önce olguları saptayıp tedavi etmeniz lazım. Bunun için de standart bir olgu tanısı ortaya koymuş olmanız gerekir. Bunlar da hepimizin bildiği gibi doğrulanmış olgular, kuşkulu olgular. Türkiye’de salgın yönetimi doğrulanmış olgular dışındakileri dikkate almama eğilimini benimsemiştir. Bu da pandeminin gerçek yükünü ortaya koymak açısından bizi sınırlamıştır. Şimdi olguları saptadığınız ve tedavi ettiniz ama bulaşıcı hastalık salgınına karşı asıl yapmanız gereken iş hastalığın yayılmasının önlenmesi. Bunun için de dünyada kabul edilen iki temel yaklaşım var. Öncelikle bir aktif sürveyans sisteminizin olması gerekir. Şu ana kadar Türkiye bir aktif sürveyans sistemi maalesef kurulamamıştır. Bir filyasyon yani temaslı takibi yapmalısınız. Temaslı taraması yapmalısınız.
Salgında Başarılı Olma Kriterleri
Hastalığın daha fazla yayılmamasına dönük çabalarımız çok güzel ama bunların ne kadar etkili olduğunu mutlaka kontrol etmeliyiz. Bunun da bilimsel bir perspektiften yapılması zorunlu… Bu kontrol stratejisi hem maruz kalmanın önlenmesi hem enfeksiyonun önlenmesi hem de elbette bunlara bağlı olarak hastanın ve ölümün önlenmesi ile karşımıza çıkacak. Ama burada az önce söylediğim izleme ve değerlendirme yaklaşımının mutlaka bu önleme stratejileri ile eklemlenmesi gerekecek. Peki biz böyle bir pandemide bütün dünyayı etkileyen bir bulaşıcı hastalık salgınında başarıyı neye göre değerlendireceğiz? Burada bazı ölçütler kullanabiliriz. Epidemiyoloji bilimi bize bu konuda çok ciddi bir yol gösterebilir. Örneğin dedik ki olguların saptanması ve tedavisi çok önemli; olguların saptanması için ne yaptığımız sorusuna yanıt vermemiz gerekir. Burada da test politikası, tedavi protokolü ve rehberler devreye girecek.
Pandemide Yaşam Kalitesi
Covid-19 yönetminde, tek başına mortalite ve morbidite değil, yaşam kalitesini de değerlendirmemiz gerekir ki ben Türkiye’de henüz bu konuda literatüre ciddi bir katkı görmedim. Ama İngiltere’den, Amerika Birleşik Devletleri’nden, Almanya’dan, Avustralya’dan, Japonya’dan dünyanın birçok yerinden yaşam kalitesinin bu pandemi sırasında özellikle ileri yaş gruplarında çok daha fazla bozulduğuna ilişkin bazı bilgilerimiz var. Tabii başka ölçütleri de burada tartışmamız gerekir. İstihdam, yoksulluk, yoksunluk gibi. Çünkü pandemi bir yandan Sars Cov-2 nedeniyle bizi sıkıntıya sokarken öte yandan da insanların işsiz kalması, gelirlerinde azalma ve benzeri sorunlar yüzünden yoksulluk ve yoksunlukla ilişkili sağlık sorunlarıyla karşımıza çıkabilmelerine yol açtı.
Örgütlenme, Finansman ve Emek Gücü
Biz halk sağlıkçılar pandemideki başarı meselesine bakarken ya da sağlık sisteminin bu süreçteki etkisine bakarken bunu arka plandan tartışmak isteriz. Bu arka planda sağlık sistemi var. Sağlık sisteminin başat özelliklerinde ise örgütlenme, finansman ve emek gücü karşımızda duruyor. Tabi bu sağlık hizmeti sunumu ile birlikte ele alınmalı ki örgütlenme denince hiç kuşkusuz 1. basamağın etkisini özellikle hastalığın yayılımının engellenmesi aşamasında göz ardı etmemek gerekiyor. Sisteminizin nasıl bir hazırlık yaptığı, nasıl bir eylem planına sahip olduğu da çok önemli. Sağlık sistemin özellikleri ve sizin hazırlığınız vermiş olduğunuz yanıt üzerinden değerlendirilmeli. Burada kuşkusuz ki hangi stratejiyi tercih ettiniz? Buna yanıt verme kapasiteniz neydi? Bunu nasıl yönettiniz ve ortaya nasıl bir sonuç çıktı sorularını da yanıtlamamız gerekir.
Aşılama Politikası
“ŞU AN Kİ AŞILAMA HIZI İLE GİDERSEK 2021 YILININ SONUNA KADAR DÜNYANIN YARISININ BİLE AŞILANMA İHTİMALİNİN OLMADIĞI HESAPLAMALARLA ORTAYA KONMUŞ DURUMDA. BU DURUMDA PANDEMİNİN ÖZELLİKLE YENİ ENDİŞE VEREN VARYANTLARININ ETKİSİYLE BİRLİKTE HEM 2021’İ HEM DE 2022’Yİ KAPSAYACAK KADAR UZAMASI SÖZ KONUSU OLABİLİR”
Bugün baktığımızda aşılama politikası biraz daha genişlemiş görünüyor. Ama şunu aklımızdan çıkarmayalım: Küresel bir sorunla karşı karşıyayız. Buna küresel bir yanıt vermemiz lazım. Yani örneğin İsrail’de olduğu gibi ülkenin tamamını aşılasanız bile eğer Filistinlilere tek bir doz aşı bile vermiyorsanız bu sorunu çözemezsiniz. Dünya açısından da böyle bir sorun söz konusu. Şu an ki aşılama hızı ile gidersek dünyanın 2021 yılının sonuna kadar yarısının bile aşılanma ihtimalinin olmadığı hesaplamalarla ortaya konmuş durumda. Bu durumda pandeminin özellikle yeni endişe veren varyantlarının etkisiyle birlikte hem 2021’i hem de 2022’yi kapsayacak kadar uzaması söz konusu olabilir.
50 günde 10 milyon aşı yapamadık!
Türkiye’de durum nedir diye bakacak olursanız; Türkiye 14 Ocak’ta aşıya başladı. Sağlık Bakanı günde 1 milyon ve daha fazlasına aşı yapma potansiyelimiz olduğundan söz etti ki ben 1 milyon olmasa bile bir milyona yakın aşı yapabileceğimiz konusunda kendisi ile hemfikirim. Hem aile sağlığı merkezleri hem de hastanelerde kurulmuş olan aşı birimleri aracılığıyla Türkiye’de bir milyona yakın aşı yaplabilir. Eğer iyi organize olursa ve aşı sağlanabilirse… 50. günde 10 milyon aşıyı henüz yapamamış durumdayız. İkinci dozunu yapabildiğimiz yurttaşımızın sayısı 2.3 milyon. Bunların da biliyorsunuz 1 milyon kadarı sağlık çalışanı; dolayısıyla henüz aşılamada çok başlardayız ve eğer biz günde ortalama 200 bini bulmayan bir aşılama politikasını böyle devam ettirecek olursak daha önümüzde aşağı yukarı 18 – 19 ay civarında bir zaman söz konusu olacak. 60 milyon yurttaşımızı 120 milyon doz aşıyla buluşturmak için ki bunu söylememe bile gerek yok.
Yeni Varyantlara Karşı Aşı
Bu kadar uzun zaman içerisinde bir aşı yapmaya çalışmanın pandemiye güçlü yanıt vermekle hiçbir ilgisi olmayacak. Bu arada belki sars Cov-2 mevsimsel nitelik kazanmış olabileceği için bunu önümüzdeki aylarda daha net tartışabiliriz. O zaman belki bizim her yıl yeni varyantlara karşı geliştirilmiş aşılarla toplumu buluşturma hedefimiz karşımıza çıkacak. Üstelik biz kısa sürede risk gruplarını, erişkinleri aşılayamazsak bu Sars Cov-2 virüsünün yeni varyantlarının şu ana kadar karşımıza çıkmış endişe verici varyant dışında da karşımıza çıkabilmesi için virüse uygun bir ortam sağlayacak. Dolayısıyla buraya kadar konuştuklarımızın ülkenin hem yönetim sistemi hem de sağlık sistemi ile yakından ilişkisi var.
“TÜRKİYE 1928’DE KURULMUŞ OLAN HIFZISIHHA ENSTİTÜSÜNÜ KAPATMAMIŞ VE ONU GELİŞTİRMİŞ, DESTEKLEMİŞ OLSAYDI BUGÜN KENDİ AŞISINI KAMU OLANAKLARIYLA ÜRETEBİLİRDİ. HERHANGİ BİR ŞİRKETİN PATENT KORUMASINA TAKILMAMIŞ YA DA YURTDIŞINDA BİR ÜLKEDEN AŞI SATIN ALABİLMEK, ONU ÜLKEYE SOKABİLMEK İÇİN CİDDİ SIKINTILAR YAŞAMAMIŞ OLABİLİRDİ”
Hıfzısıhha Enstitüsüne İhtiyacımız Var
Türkiye 1928’de kurulmuş olan Hıfzısıhha Enstitüsünü kapatmamış olsa ve geçtiğimiz zaman içerisinde onu geliştirmiş, desteklemiş olsa bugün kendi aşısını kamu olanaklarıyla üretmiş herhangi bir şirketin patent korumasına takılmamış ya da yurtdışında bir ülkeden aşı getirebilmek için satın alabilmek için onu ülkeye sokabilmek için ciddi sıkıntılar yaşamamış olabilirdi. Bugün itibariyle Türkiye, çok az aşının yapılabildiği bir duruma maalesef gelmiş görünüyor. Bunun nedeninin de Türkiye’de yeterli dozda aşı olmaması olduğunu biliyoruz. Biliyorsunuz Sağlık Bakanı kendisi de ‘aşımız olsa yapacağız ama yeterince aşımız yok’ demek zorunda kalmıştı, geçtiğimiz haftalarda…
Fazladan Ölümlerin Verisi Yok
Fazladan ölümlerle ilgili dünyanın bütün ülkelerini kapsayan bir veri tabanı yok. Dünyanın değişik yerlerinden bilim insanlarının yaptığı çalışmalar ya da Amerika’daki, İngiltere’deki resmi kurumların ortaya koyduğu veriler, bu pandemi sırasında yalnızca Covid-19 ölümlerinin değil, sağlık hizmetlerine erişim sıkıntısı yaşamanın da etkisiyle çok sayıda başka alandaki ölümlerin de gizlenmiş olabileceğini ortaya koyuyor.
En Kötü Performans Amerika’nın
AMERİKA NEDEN BAŞARAMADI? ÇÜNKÜ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ NEREDEYSE BİRİNCİ BASAMAĞIN HİÇ OLMADIĞI ÜLKELERDEN BİRİ… SAĞLIK TAMAMEN TİCARİ BİR SİSTEMDİR; İÇİMİZDE AMERİKA’YA GİDEN HERKES YERİNDE DE GÖZLEMİŞTİR”
Sağlık sistemlerini konuşurken en kötü performans da Amerika kaynaklı… Amerika neden başaramadı? Çünkü sağlık sistemi dünyanın en kötü sistemi. Hiçbir hazırlığı yoktu ve ne seçtiği strateji uygundu ne de bu stratejinin yönetilmesi sırasında gösterdiği başarı söz konusuydu. Buna yanıt verme kapasitesini de eklemek gerekir. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri birinci basamağın hiç olmadığı neredeyse ülkelerden bir tanesidir. Tamamen sistem ticarileşmiş ve sağlık alanın metalaştırıldığı bir sistemdir. Bunu içimizde Amerika’ya giden herkes yerinde de gözlemiştir. Ama böyle bir pandemide sonucu çok ağır bir yıkım olarak karşımıza çıktı. Örneğin 11 gelişmiş ülkenin değişik parametrelere göre sıralandığı sağlık politikasının sonuçlarına baktığımızda Amerika şu ülkeler içerisinde aşağıdadır; kişi başına en yüksek sağlık harcaması yapan ülke olmasına rağmen en kötü performansa sahip ülkeydi zaten. Dolayısıyla Amerika’da birtakım sofistike tedavi yöntemlerinin Türkiye’deki bazı klinisyenlerce örnek gösterildiği bazı sağlık kuruluşları olabilir ama bunların toplum açısından yararlarının çok sözkonusu olmadığı, sistemin böyle bir pandemiye yanıt verme açısından neredeyse hiçbir hazırlık içerisinde olmadığı çok net ortadadır.
“BUGÜN İTİBARİYLE 1 MİLYON KİŞİ BAŞINA DÜŞEN TOPLAM DOĞRULANMIŞ COVID-19 ÖLÜMLERİ AÇISINDAN KÜBA İLE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ARASINDA 53 KAT VAR. 53 KAT DAHA FAZLA İNSAN AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NDE HAYATINI KAYBETMİŞTİR”
Küba ile Amerika Farkı
Bugün itibariyle 1 milyon kişi başına düşen toplam doğrulanmış Covid-19 ölümleri açısından Küba ile Amerika Birleşik Devletleri arasında 53 kat var. 53 kat daha fazla insan Amerika Birleşik Devletleri’nde hayatını kaybetmiştir. Tabii bu Amerika Birleşik Devletleri ile sınırlı değil.
“AMERİKA’DA BİRTAKIM SOFİSTİKE TEDAVİ YÖNTEMLERİNİN TÜRKİYE’DEKİ BAZI KLİNİSYENLERCE ÖRNEK GÖSTERİLDİĞİ BAZI SAĞLIK KURULUŞLARI OLABİLİR AMA BUNLARIN TOPLUM AÇISINDAN YARARLARININ ÇOK DA SÖZKONUSU OLMADIĞI ÇOK NET ORTADADIR”
Kötü Örneklerden Biri de İsveç
Kötü örneklerden birisi de İsveç’tir. İsveç’in diğer başka ülkelerle değil de sosyo ekonomik durumu demografik durumu çok benzer kendisiyle çok yakın olan 3G ülke ile karşılaştırmak daha doğru olur diye düşündüm ve Norveç, Finlandiya, Danimarka’yla karşılaştırdım. Bugün itibariyle bakıldığında yine 1 milyon kişi başına düşen doğrulanmış Covid-19 ölümleri açısından örneğin Norveç ile İsveç arasında 11 kat fark var. 1 milyon kişi başına düşen ölümler açısından… Bu, biliyorsunuz İsveç’in sağlık sisteminden daha çok İsveç’in en başta tercih ettiği strateji ile ilgili oldu. İsveç ne baskılama stratejisini tercih etti ne de etkisini azaltma stratejisini… Dedi ki ‘ben zamana yayacağım; ayrıca bazı işte ufak tefek önlemler olarak bu hastalığı geçirenler de bir toplumsal bağışıklık düzeyinin yakalanması ile bu sorunu çözeceğim!’ Bir sürü insan itiraz etti İsveç dinlemedi. Ne zamana kadar? Geçtiğimiz ay ‘evet büyük bir hata yaptık, bu da yurttaşlarımızın taşlarımızın daha fazla ölmesine yol açtı’ diye bu konuyu kabul ettikleri zamana kadar… Ama ne oldu? İnsanlar öldü, insanlar yoğun bakımlarda yatmak zorunda kaldı. Hatta yoğun bakımlarda yer bulamayan insanlar sözkonusu olabilir diye biliyorsunuz, İsveç Sağlık Bakanlığı bir gizli yazı yayımlayarak ‘eğer böyle bir şey olursa önceliği yaşlılara değil, yaşı daha küçük olanlara vereceğiz’ bile diyebildi. Dünyaya örnek gösterilen İsveç’ten söz ediyorum.
Sağlık Sisteminin Yapıtaşları
Dünya Sağlık Örgütü bu pandemiye yanıt verme aşamasında sağlık sisteminin kendine özgü bazı niteliklerinin çok önemli olduğuna vurgu yapıyor. Bir başka deyişle bunları yapıtaşları olarak sıralıyor. Neymiş bu yapı taşları bakalım. Diyor ki sağlık sisteminin yapı taşları arasında en önde gelen kavram; hastalığın bulaşının önlenmesi, sonra sağlık altyapısı ve emek gücünün sürdürülebilirliği, sağlık hizmetlerinin sunum, sağlık bakımının finansmanı, sağlık alanının yönetimi ve diğer sektörler ile birlikte çalışma becerisi. Bunların tamamına bu sorun sırasında bakma olanağımız yok. Ama ben Türkiye üzerinden örneklerle bunların birkaçını ön plana çıkartarak bunların nasıl etkili olabileceğine ya da nasıl etkisiz olabileceğini sizlerle paylaşmak isterim.
Bulaşın Önlenmesi Politikaları
Tabii ilk sırada yer alan hastanın bulaşının önlenmesi söz konusu olduğunda bunun da kendi içerisinde alt bileşenleri var. Dünya Sağlık Örgütü diyor ki etkili bir sağlık iletişimi… Bunun ne kadar önemli olduğunu ülkemizde yurttaştaki istediğimiz algı düzeyini yakalayamamaktan hep birlikte maalesef deneyimledik. Sonra fiziksel mesafenin korunması. Tabii bu yurttaşa maske, mesafe, hijyen demekle olmuyor. Kişinin işyerindeki fiziksel mesafenin korunmasından, ulaşımı sırasındaki fiziksel mesafenin korunmasına kadar ya da iki günlük sokağa çıkma yasağının 2 saat önce ilan edilmemesine kadar değişik bir perspektiften ele alınması gerekir. Kapsamlı bir tanı testi politikasına ihtiyacımız olduğuna vurgu yapıyor. Dünya Sağlık Örgütü doğrulanmış olguların izolasyonuna ki biliyorsunuz biz doğrulanmış olguları belli bir süreden sonra evlerinde tutmaya dönük bir politika izledik ki bunun yeterli olmayabileceği konusunda uzun zamandır çağrılarımız var. Bunun yanı sıra kuşkulu ve olası olguların karantinaya alınması da önem taşıyordu ve etkili bir filyasyon adıyla karşımıza çıkartılan temaslı izleme uygulamasına duyulan ihtiyacı da Dünya Sağlık Örgütü gündeme getiriyordu. Ayrıca daha önce söylediğim aktif sürveyans sisteminin kurulmuş ve uygulamaya konmuş olması da oldukça önemli.
Filyasyon Hazırlığı Geç Yapıldı
Türkiye’de bu süreçler nasıl işledi diyecek olursanız birkaç örnek verelim. İlk olgumuz 11 Mart’ta tanımlandı. Birçoğumuz daha öncesinde de Türkiye’de olguların olduğunun farkındaydık ve 10 Ocak’ta Türkiye Bilim Kurulu kuruldu. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde Türkiye’de bu vakaların ortaya çıkacağı belliydi. Vaka ortaya çıkar çıkmaz filyasyon yapabilmek için bir hazırlığın olması beklenirdi. Ama ne olmuş birlikte bakalım: 11 Mart’tan sonra Türkiye filyasyon oranlarının yüzde 90’lara çıkabilmesi hatta yüzde 81’e çıkabilmesi ancak Nisanın son haftalarında gerçekleşmiş.
Başarılı Filyasyon Yapılamadı
Bir başka deyişle Türkiye ilk vakayı duyurduktan ancak 5 hafta sonra ciddi bir şekilde sahaya çıkabildi ve siz bu 5 haftada sahaya çıkmayınca ne oldu? Temaslı takibi doğru yapamadınız ve insanlar birbirlerine hızla bulaştırdılar. Türkiye dünyada benim bilebildiğim kadarıyla yayınlanmış en yüksek temel üreme sayısına sahip ülkelerden birii oldu. Bu arada filyasyon da epidemiyoloji biliminin penceresinden çok başarılı yapılmadı. Filyasyon ekiplerinin kendi bildirimlerine baktığımızda şöyle diyorlar: Pozitif vakaların kaynağının tespiti üzerine herhangi bir işlem yapılmıyor; aile hekimleri bu süreçte yer almıyor; sistemden kaynaklanan sorunlar nedeniyle pozitif olmayan vakalar 112 tarafından hastaneye götürülmüyor ki o sırada onun pozitif olup olmadığını bilme olanağınız söz konusu olmayabilir ve birçok kişi ya karantinada kalmaktan çekindiği ya da istediği için doğru bilgi verme konusunda çok tatmin edici yanıtlarla ekiplerin karşısına çıkmıyor.
Sağlık Bakanının kendi epidemiyoloji ve tanı rehberinde diyor ki: R0 değeri salgının 10. gününde Türkiye’de 9,6 idi. Gerçekten çok üzücü bir rakamdır bu. Literatüre bakın salgının en dehşetli geçtiği ülkelerde bile bu 6 civarındadır… Dünyada 2 ile 3 arasında olduğu varsayılıyor maalesef Türkiye 9.6’lık bir rakamı resmen açıklamış durumda. Biliyorsunuz Sağlık Bakanı televizyonlarda bunun 16’ya kadar çıktığını da söylemişti. Ama bu gerçekten ve R0 mıdır yoksa başka bir şeyi mi ifade etmek istedi orası tartışma konusudur.
Yine Türkiye’ye baktığımızda hem sağlık sisteminin yetersizliği hem yöneticilerin bilgisizliği ve yetkin olmayışı hem de verileri toplumdan gizlemek anlayışı bir araya geldiğinde nasıl bir tablo karşımıza çıktı? 28 Temmuz’da Sağlık Bakanlığı diyor ki yoğun bakımda 1280 hastamız var. Bunların 403’ü entübe! 29 Temmuz’da diyor ki ağır hasta sayımız 542; yani biz 1280 yoğun bakım hastasını ağır hasta olmadan mı yoğun bakıma yatırmışız? Gerçekten tartışmalı bir konu.
Bakanlığın Ağır Hasta Tanımı
Ayrıca ağır hastayı nasıl tanımlıyor Sağlık Bakanlığı: ‘Oksijen saturasyonu belli oranın altında olan…’ Değerli dostlar böyle bir tanım olur mu? Dersiniz ki oksijen saturasyonu 92’nin altında olan, 93’ün altında olan vs oraya bir standart koyarsınız. Belli oranın altında olan ne demek? Bunu istediğiniz zaman değiştirerek rakamları oynamak amacıyla mı kullanıyorsunuz? Burada büyük bir soru işareti var. Zaten soru işaretine yer bırakmayacak kadar olguların duyurulmasında çarpıklık olduğu da çok açık…
Bir başka önemli soru: Biz biliyorsunuz geçtiğimiz Nisan ayından itibaren açıklanandan daha fazla olgu olduğuna ilişkin itirazlarımızı gündeme getiriyoruz. Hatta ben bunu söylediğim için hakkımda bir soruşturma da açılmıştı ama zaman bizi doğruladı ve Sağlık Bakanı itiraf etmek zorunda kaldı.
DSÖ de Sınıfta Kaldı
Yalnızca Türkiye’de Sağlık Bakanlığı güvenilmez değil maalesef. Dünya Sağlık Örgütü de bu pandemide bazı önemli olumluluklar içeren adımlar atmış olmasına rağmen, ülkelerin verileriyle ilgili bu sürece müdahale etmeyen yapısı bunu sorgulamayan yaklaşımı yüzünden bana sorarsanız sınıfta kalmıştır. Bu süreçte özellikle Dünya Sağlık Örgütünün Türkiye’de yeni bir ofis açma girişiminin olduğunu, bu sürecin yakından izlenmesi gerektiğini ama sanki Dünya Sağlık Örgütünün hükümetlerin bir resmi dairesi gibi çalışmaktan vazgeçmediğini maalesef söylemek zorundayız. Dünya Sağlık Örgütü bu doğrulanmış vaka veri tabanını güncelleyene kadar bu veri tabanından veri çekip dünyadaki ülkeleri kıyaslayan araştırma sonuçlarında Türkiye hep olduğundan daha iyi çıkmıştır. Bu da zaten zannediyorum bu veri tabanı ne kadar geç güncellenirse o kadar iyi olur yaklaşımıyla sürdürülmüş bir politikanın sonucudur.
Yoğun Bakım Yatakları
Pandemi ile birlikte en çok konuşulan kavramlardan birisi de biliyorsunuz yoğun bakım yatakları oldu. Türkiye aslında yatak sayısı bakımından OECD ülkelerinden geridedir. Ancak daha fazla yatağa ihtiyacı var mı tartışma konusudur. Çünkü yatak sayısı az olmasına rağmen yatak doluluk oranı yüzde 60’lar civarındadır. Biliyorsunuz bir ülkedeki yatak doluluk oranı yeni yatak gereksinimi söz konusu olduğunda yüzde 70, 5’in üzerinde ise tartışmaya açılır. Alt oranlar bir verimsizlik göstergesidir. Türkiye bu açıdan tartışmaya açık bir pozisyona sahiptir ama özellikle sağlıkta dönüşüm programı nedeniyle sağlık alanının ticarileştirilmesi ve yoğun bakım yataklarının özel hastanelere asıl kar getirebilecek yataklar olması, Türkiye’de son yıllarda yoğun bakım yataklarını epeyce artırmıştır. Erişkinlerde 100 bin kişiye düşen ileri düzeyde yoğun bakım yatak sayısı 23 civarındadır. Bütün OECD ülkeleri içerisinde Türkiye 4 sıraya gelmektedir. Almanya, Avusturya ve Amerika’dan sonra dolayısıyla çok ciddi bir yoğun bakım yatak sayısı olduğu anlaşılıyor.
“İSTEDİĞİNİZ KADAR YOĞUN BAKIM YATAĞINI ARTIRIN; EĞER SALGINDA BULAŞI ENGELLEYECEK POLİTİKALARINIZ ZAYIFSA, TÜRKİYE’DE OLDUĞU GİBİ, GÜÇLÜ BİR YANIT VEREMEZSİNİZ. İKİNCİSİ YOĞUN BAKIM YATAK SAYIMIZ FAZLA AMA TÜRKİYE’DEKİ YOĞUN BAKIM YATAKLARININ YÜZDE 40’I ÖZEL HASTANELERDE”
Yoğun Bakım Yatakları Özel Hastanelerde
Ancak madem bu kadar ciddi yoğun bakım yatak sayımız var, madem nüfusumuz çok yaşlı değil, o zaman biz neden Ankara’da, İstanbul’da, Konya’da, Diyarbakır’da bir sürü ilde yoğun bakım yatağı sorunu yaşadık. Burada iki tane temel sorunun varlığını birlikte saptayalım. Birincisi istediğiniz kadar yoğun bakım yatağını artırın. Eğer salgında bulaşı engelleyecek politikalarınız zayıfsa, Türkiye’de olduğu gibi, güçlü bir yanıt veremezsiniz. Ikincisi yoğun bakım yatak sayımız fazla ama Türkiye’deki yoğun bakım yataklarının yüzde 40’ı özel hastanelerde, İstanbul örneğinde çok net görmüştük. Orada daha fazla bu oran. Özel hastaneler yurttaşın kendisine para ödemesi söz konusu olmadan bu yatakların kullanımına yeşil ışık yakmadı ya da SGK’dan daha yüklü bir para transferi olmadan. Dolayısıyla bu pandemi bizim kamucu bir sağlık sistemine duyduğumuz ihtiyacı çok daha net ortaya koymuş durumdadır. Bunun yanı sıra yeterli sayıda sağlık emek gücüne de ihtiyacımız var.
İller Arası Eşitsizlik Çok Fazla
Türkiye’de nüfusu en yüksek ilk 10 ile baktığımızda; yoğun bakım yatakları sayılarımız dünyayla kıyaslandığında yüksek gibi görünüyor ama iller arasında da çok büyük eşitsizlik var. Örnek: Gaziantep’te 10 bin kişiye 7 yoğun bakım yatağı düşüyor. Benim yaşadığım Bursa’da 4 … Böyle bir şey olabilir mi? Benzer bir sorunun aynı zamanda yatak sayılarında da karşımıza çıktığını görebilirsiniz. Örneğin Türkiye’de bu nüfusu en yüksek 10 il çerisinde en fazla yatak Konya’da var; 12 kişi başına en düşük de Şanlıurfa’da var. Dolayısıyla bu sistemin getirdiği eşitsizliğin de farkında olarak bu süreci tartışmamız gerektiği çok açık.
“2020 YILI ADRESE DAYALI NÜFUS KAYIT SİSTEMİ ÇOK İLGİNÇ BİR VERİYİ KARŞIMIZA ÇIKARDI. TÜRKİYE HER YIL BİNDE 12-13 CİVARINDA BİR NÜFUS ARTIŞINA SAHİPKEN 2020 YILINDA BU BİNDE 5 BUÇUK OLDU”
Nüfus Artış Hızındaki Ani Düşüş
Sağlık çalışanına gelince; Türkiye, bin kişi başına düşen hem hekim hem de hemşire açısından en düşük sayıya sahip ülkedir. Bu nedenle de bu pandemiye yanıt verme kapasitesi açısından çok büyük zorluk yaşamıştır ve maalesef Türk Tabipleri Birliğinin kayıtlarına göre 385 hekim arkadaşımız hayatını kaybetmiştir.
Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan 2020 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi çok ilginç bir veriyi karşımıza çıkardı. Türkiye her yıl binde 12 – 13 civarında bir nüfus artışına sahipken 2020 yılında bu binde 5 buçuk oldu. Aşağı yukarı 500 bin kişi daha az nüfusumuz arttı. Yurt dışına gidenleri çıkardıktan sonra ülkemizdeki yabancı gruplar açısından söylüyorum. Bunu gerçekten tartışmamız gerekir. Bu pandemi bize nasıl bir yük getirdi de Sağlık Bakanlığının aşağı yukarı 28 bin civarında açıkladığı Covid-19 ölümleri dışında başka ölümler ve buna bağlı başka sorunlar yüzünden niye nüfus artış hızımız geçen yılların çok gerisinde kaldı? Bunu da ayrıca kapsamlı olarak tartışmamız gerekir.