Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesinden 2011’de emekli olan Prof. Dr. Saadet Ülker, 2005-2015 arası Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığı Türk Hemşireler Derneğinde halen Yönetim Kurulu yedek üyesi olarak çalışıyor.

Büyük zafiyetler içeren hemşirelik eğitimi ve hemşirelik hizmetlerinin, toplumumuzun hak ettiği niteliğe kavuşturulması ve bunların yasal olarak güvence altına alınabilmesi için uzun yıllar büyük mücadeleler veren 1944 doğumlu Prof. Dr. Ülker’e kulak veriyoruz:

“Ankara Cumhuriyet Lisesinin ilk mezunuyum. Hemşirelik mesleğini bilerek seçmedim. İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrenimi için Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesine girmek istiyordum. Lise ikinci sınıfta biyoloji ve kimya dersi beni yolumdan keskin bir biçimde döndürdü. Kimya dersi ile karbon kimyası, biyoloji dersi ile hayvanların anatomi ve fizyolojileri ilgimi çekti ve tıbba yöneldim. Liseden 1962’de mezun olduğumda üniversite giriş sınavları illerde yapılmaya başlanmıştı. Ondan önce her fakülte, sınavı kendisi yapıyordu. İlk kez çoktan seçmeli sınavla karşılaştım. Bir soruyu hiç unutmuyorum: “Büyükşehirlerde iki tarafı ağaçlıklı yola verilen ismin baş harfi aşağıdakilerden hangisidir?” Bu soruya hiç tereddütsüz C (cadde) dedim ve yanıldım, yanıt( B) bulvarmış! Bu benim hayatımda, sözcükler üzerinde özenle durmanın ne denli önemli olduğunu anlamamı sağladı. Atatürk Bulvarını bilir ve söylerdim ama “bulvar “ sözcüğünün anlamını sorgulamamışım.

‘Çok zayıf bir Eğitimden Birincilikle Mezun Oldum’

1962-63 döneminde Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesine başladım. (O zaman adı Hemşirelik Yüksekokuluydu) Eğitim hiç iyi değildi. Var gibi görünen bir eğitimden geçtik ve bu eğitimden birincilikle mezun oldum! Boston Üniversitesinin Hemşirelik Okulunun kağıt üzerindeki programı uygulanıyordu ama uygulayacak eğitici insan gücü neredeyse yoktu. 4 yıl hemen hiçbir şey öğrenmeden mezun oldum. Bu koşullardaki okulda başarılı bulunduğum için asistan olarak okula aldılar. Mesleki kimlik arayışı ile geçen çok acılı bir 18 yıl yaşadım. Terk edebilirdim. Ailem de mutsuzluğumu görüyor ve okulu terk etmeye beni teşvik ediyordu. Mali durumumuz elvermediği için devam etmem gerektiğini düşünüyordum ve devam ettim. O yıllara bakınca, müthiş bir kaosun içinde yer bulmaya çalışma gayreti içinde olduğumu görüyorum.

1989 yılına gelindiğinde artık sağlığı ve mesleği anlamış ve bir şeyleri yerli yerine oturtmaya başlamıştım: Hemşirelik mesleği var ve bu çok iyi bir meslek! İnsanların bilgiden kaynağını alan gelişmiş bir vicdana sahip olması gereken bu mesleğin mücadelesini 1989 yılından bu yana kesintisiz sürdürüyorum.

Hemşireliğin gerçek anlamda taşıdığı değeri hemşirelere ve topluma anlatabilmenin mücadelesini veriyorum. Bu değerleri mevzuatla güçlendirmek ve gelişmesini sağlamak temel hedefim oldu.

Hemşirelik Kanununu Nasıl Hazırlandı?

1992 – 2007 arası kesintisiz 15 yıl Hemşirelik Kanunu hakkında çalıştım. Hacettepe’deki görevimi yürütürken, THD Başkanlığından önce, 1992 – 97 arasında Sağlık Bakanlığında Hemşirelik Hizmetleri Daire Başkanlığı yaptım. Hemşirelik Kanunu çalışmalarını resmen başlattım. Bu tarihe kadar hiçbir çalışma yapılmamıştı. Kanun değişmesi isteği vardı ama kağıda yansımış bir çalışma yoktu. 1992 yılında Bakanlıkta inanılmaz bir mücadele vererek bu çalışmayı başlattığımı tekraren ifade etmek durumundayım. Çünkü istemiyorlardı. ‘Biz yaparız’ diyorlardı. Sonunda resmi bir komisyon kurulması  kabul edildi. Bu komisyon un çalışmaları zaman zaman engellendi.

1997’de Kanun hazırdı fakat ben daire başkanlığından uzaklaştırıldım, 1998’te Kanun TBMM’ye girdi, Sağlık Komisyonundan geçti, Resmi Gazetede yayımlandı, ancak, Mesut Yılmaz Hükümeti düştüğü için Kanun kadük oldu. 2007’de Kanun geçti, taleplerimize yakın şekilde kabul edildi diyebilirim. 1954 tarih ve 6283 sayılı Hemşirelik Kanununu 15 yıllık bir mücadele ile değiştirmeyi başardık ama, mücadele bu konuda ne yazık ki halen devam edecek gibi görünüyor.

‘Meslek Lisesinden Hemşire Yetiştirmek İnsan Haklarına Aykırı’

Dün de bugün de meslek liselerinden hemşire yetiştirilmesinin insan haklarına aykırı olduğuna inandım. Çocuk yaştaki insanlar, çalışma alanı bakımından en tehlikeli iş yerleri arasında nitelendirilen hastanelere sokulmamalıdır! Çocuk yaşta insanlar ölüm, keder, kaygı gibi ağır, yıpratıcı koşullarla karşılaşmamalı, radyasyonun, mikroorganizmaların,her türlü kimyasalın, ilacın olduğu ortamlara sokulmamalıdır. Gidecekleri okul bu yaşta bir meslek lisesi değil, onları mesleğe hazırlayan bir lise olmalıdır. Örneğin, çocuk sağlık alanında yol almak istiyorsa sağlık lisesine gitmeli orada, istediği alanlarda yürümek üzere hazırlanmalıdır.

Hemşirelik çocukların yapacağı, onlara yaptırılacak bir iş değildir. Bu gerçeği anlattığımıza inanıyorduk. 2007 ‘de Sayın Recep Akdağ bunu çok iyi anlamış ve TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda hemşirelik yasa tasarısı görüşülürken çok iyi anlatmıştı. Yasa tasarısı TBMM Genel Kurulunda da bu inançla kabul edildi. Şimdi Cumhurbaşkanının son açıklaması ile durumun değiştiğini görüyoruz. Sayın Akdağ’ın Cumhurbaşkanını bu konuda aydınlatmasını bekliyoruz.

Türkiye’de hemşireliğin başına gelen hiçbir mesleğin başına gelmemiştir diyebilirim. Hiçbir meslek bu kadar zayıf bırakılmadı. Hiç bir meslekle bu denli oynanmadı. Hepsini ayrıntıları ile yazmaya başladım.

‘Hemşirelere Doktorcuk! Olma Müjdesi’

Geçtiğimiz günlerde( Mart 2017) Cumhurbaşkanı bir açılışta hemşirelerin reçete yazabileceği yönünde bir açıklama yaptı… Hemşirelik eğitimi ile ilgili bizleri haylice kaygılandıran açıklamalarda bulundu.

Türkiye’de insanların hemşireden nitelikli, güvenilir bakım hizmeti almaya ihtiyacı vardır. Bu nitelikli insan gücünün eğitiminin nasıl olması gerektiğini yasa ile ortaya koyduk ama uygulanmıyor! Uygulanmadığı gibi, bilmediğimiz ve duyunca istemediğimiz yeni müdahalelerin bizden habersiz gündemde olduğunu duyuyoruz.

Bu eğitimden geçmiş insanların görev, sorumluluk ve yetkilerinin ne olması gerektiğini tarif eden yönetmelikler var ama uygulamaya konulmuyor!

Biz bu yasa ve yönetmeliğin uygulamaya konulacağının müjdesini istiyoruz, bizden “doktorcuk” yapılmasını bir müjde olarak kabul etmiyoruz.   

‘Evlilik Biraz Şirket İşi’

Bu ülkede yaşayan bizler de iyi, güzel şeylere layığız, örneğin, insanca yaşamayı, iyi bir eğitim almayı, nitelikli bir sağlık hizmeti almayı, güvenceli bir işte çalışmayı , güvenilir ortamlarda çalışmayı hak ediyoruz.

Bence Türkiye’de sadece kadınlar değil erkekler de sistem içinde çok zorlanıyor; her iki cinsiyetin de yaşadığı ortak bir sorun var ve bu sorun çok ağır bir sorun: İnsan gibi yaşamak, yaşama tutunmak için yaşam boyu ağır, kaygı verici bir mücadelenin içinde olmaktan hiç kurtulamamak. Şiddetin kaynaklarını uzaklarda aramaya gerek yok. Bu nedenle çözüm de polis, kamera sayısını artırmakta, cezaları ağırlaştırmakta değil.

Toplumumuzla ilgili olarak kaygılarım kendi yaşanmışlıklarımdan da yola çıkarak öylesine derindi ki evliliğimde ve daha sonrasında çocuk sahibi olmak istemedim!

“Evlilik biraz şirket yürütmek gibi ve senin yapacağın bir iş değil !”. Bunu Türkiye’nin önemli felsefecilerinden rahmetli eşim söylemişti bana yıllar önce. Bu nedenle daha sonra ki yıllarda da evlilik girişimlerim olduysa da “şirkete“ giremedim. Ama en geniş anlamıyla sevmenin, sevilmenin ne demek olduğunu, ne denli önemli olduğunu biliyordum ve bu duygumu korkmadan yaşayarak zenginleştirdim.