Johnson & Johnson Medikal Cihazlar Türkiye ve MISSA (Magreb, İran, Sahra Altı Afrika) Genel Müdürü Refik Öner, klinikiletişim’in sorularını yanıtladı.
Sizi ve Johnson & Johnson’ı tanıyabilir miyiz?
1975 doğumluyum. Muğla/Milas’liyim. Ortaokul ve liseyi İzmir’de Bornova Anadolu Lisesi ve İzmir Fen Lisesi’nde okudum. Daha sonra ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nde lisans eğitimimi tamamladım. Üzerine Harvard Üniversitesinde “Yıkıcı Strateji” üzerine bir sertifika programı tamamladım.
Çalışma hayatıma Procter & Gamble Türkiye’de “ürün müdürlüğü” bölümünde başladım. Burada Pantene, Head & Shoulders, Orkid gibi markaların marka yöneticiliklerini yaptım. Daha sonra Reckitt Benckiser İngiltere Organizasyonu’na katıldım. Reckitt Benckiser ile 13 yıl yurt dışında görev yaptım; İngiltere’de, Amerika’da, tekrar İngiltere’de, daha sonra Dubai’de çalıştım. Aralarında Finişh, Dettol, Gaviscon, Nurofen, Veet, Strepsils, Durex, Scholl, E45, Lemsip, French’s, Frank’s RedHot gibi markaların da bulunduğu çeşitli dayanıksız tüketim markalarında çalıştım; değişik coğrafyalarda artan sorumluluklarla görev aldım. Daha sonra Türkiye’ye döndüm ve Koç Holding bünyesine katıldım. Beklemediğim bir anda, dünyanın en büyük ve köklü sağlık şirketi Johnson & Johnson’dan bir iş teklifi aldım, ve bunu değerlendirmeye karar verdim. Eylül 2019’dan itibaren de Johnson & Johnson Medikal Cihazlar Türkiye ve MISSA Genel Müdürlüğü görevini yürütüyorum.
Johnson & Johnson olarak, 150’den fazla ülkede, 30 üretim tesisinde, 30 Ar-Ge merkezinde, toplum sağlığını geliştirmek için 36.000 çalışanımızla var gücümüzle çalışıyoruz. Ürünlerimiz ve çözümlerimizle dünyada her gün 1 milyardan fazla insanın hayatına dokunuyoruz. İlaç, Tüketici Grubu ve Medikal Cihazlardan oluşan 3 sektörde toplum sağlığını iyileştirmek ve geliştirmek için kalbimizi, bilimselliğimizi ve zekamızı ortaya koyuyoruz. Johnson & Johnson Medikal Cihazlar olarak her yıl, dünya toplam satışımızın %6’sından fazlasını araştırma ve geliştirme çalışmalarına yatırıyoruz. Bu sayede hekimlerimizin ve hastalarımızın en kaliteli ve en yenilikçi tedavi çözümlerine ulaşmaları için çalışıyoruz.
1996’dan beri, Johnson & Johnson Medikal Cihazlar olarak Türkiye’de faaliyet göstermekteyiz. Hekimlerimizin, hemşirelerimizin ve diğer sağlık çalışanlarımızın yanında zorluklarla birlikte mücadele ederek hastalarımıza daha iyi bir sağlık hizmeti sunmak için çalışıyoruz. Özellikle odaklandığımız tedavi alanlarını, obezite cerrahisi, onkoloji cerrahisi, atriyal fibrilasyon gibi kalp ritim bozukluları cerrahisi ve inme cerrahisi oluşturuyor.
Tıbbi cihaz, sağlık sektöründe faaliyet göstermenin farklılıkları sizin için neler?
Bizim yaptığımız iş, insan hayatını kurtarmaya kendini adamış olan doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarımıza var gücümüzle destek olmaya çalışmak ve bu gerçekten çok anlamlı bir uğraş. Johnson & Johnson olarak bizim felsefemizin bütün odağı, hizmet… 1943 yılında, henüz “Kurumsal sosyal Sorumluluk” kavramı ortalarda yokken ve bir taraftan 2. Dünya Savaşı devam ediyorken, Johnson & Johnson’ın kurucu kardeşlerinden birinin torunu ve o dönemde Johnson & Johnson’ın yönetim kurulu başkanı olan Robert W. Johnson bir metin kaleme alıyor. Sonrasında bu metin, Johnson & Johnson “ant”ına dönüşüyor ve orada şöyle deniliyor:
“Biz yalnız para kazanmak için, yalnız kapitalist prensiplerle bu işi yapmıyoruz. Birinci önceliğimiz hastaya hizmet sunmak. Hastanın annesine, babasına, ailesine hizmet etmek… Hastaya hizmet sunan doktora hizmet, hemşireye hizmet, sağlık çalışanlarına hizmet sunmak… İkinci önceliğimiz, çalışanlarımıza hizmet. Öyle bir kültür yaratalım ki çalışanlarımız kendilerini değerli hissetsinler. Üçüncü sorumluluğumuz, içinde bulunduğumuz topluma hizmet. Ve biz bu üç sorumluluğu da yerine getirdikten sonra inanıyoruz ki finansal paydaşlarımıza yani hisse senedimize yatırım yapan insanlara da doğru şekilde verimli bir geri dönüşü üreteceğiz.”
Bu andı daha 1943’lerde o günün koşullarında ve dünyasında söylemek çok köklü bir taahhütün işareti… Bu hizmet felsefesi, şirketin kültürel DNA’sının omurgası. Bence bizi, sektörümüzdeki diğer birçok firmadan ayıran şey de zaten bu…
Tıbbi cihaz sektörünü yakından ilgilendiren geri ödeme politikaları üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Sektör ve şirket dinamiklerimiz gereği gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Geri ödeme fiyatları çok uzun yıllardır güncellenmedi. Bu da firmamız, sektörümüz ve sağlık sistemi üzerinde ciddi baskı yaratıyor. Sistemde “sürdürebilirlik”, artık ciddi olarak sorgulanıyor… Öte yandan üniversite hastaneleri başta olmak üzere kamudan sektörün alacaklarının zamanında tahsili bir sıkıntı. Tahsilat süreleri çok uzamış vaziyette ve bu da “sürdürülebilirlik” konusunda sağlık sistemimizin geleceğini tehdit ediyor.
Global bir şirket olarak Türkiye’de faaliyet gösteriyorsunuz; yerli üretim konusunda nasıl bir perspektifiniz var?
Öncelikle şunu söylemek isterim: “Yerli ve milli” üretimin Türkiye’de gelişmesi ve uluslararası düzeyde rekabetçi olması, vatanını seven insanlar olarak hepimizin arzuladığı bir hedef. Benim kesin kanaatim odur ki, ülke olarak “yerli ve milli” hedefine ulaşabilmemiz için, şirketimiz Johnson & Johnson gibi dünyanın köklü uluslararası sağlık şirketlerinin Türkiye’de var olması, ülkemizin ‘sağlık ekosistemi”ne yatırım yapması, uluslararası sağlık ve rekabet standartlarının ülkemizde uygulanmasına katkıda bulunması, hızla değişen ve gelişen sağlık teknolojileri ve “know how”ını dünya ile aynı anda ülkemize getirmesi, hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın profesyonel eğitim ve gelişimlerine yatırım yapması, fevkalade önemlidir…
Ülkemiz sağlık politikasında, tıbbi cihazlarda “yerli ve milli” üretimde hangi platformlara odaklanacak, hangi platformlarda dünya ölçeğinde rekabetçiliği yakalamaya çalışacak, dolayısıyla hangi diğer platformlarda ihtiyaçlarını yurtdışından ithal ederek karşılayacak, bu ikisinin dengeli bir şekilde ve stratejik bir bakış açısıyla çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin Almanya, tıbbi cihazlar sektöründe çok ciddi bir üretici ve ihracatçı; ancak aynı Almanya, kendi tıbbi cihaz ihtiyacının yarıdan fazlasını bir bölümünü de ithalattan karşılıyor. Diğer bir değişle, Almanya odaklanmayı seçtiği tıbbi cihaz “platform”larında dünya ölçeğinde rekabetçi üretim ve ihracat yaparken, odaklanmayı seçmediği tıbbi cihaz “platform”larında ihtiyaçlarını ithalat ile karşılıyor; ithalat ve ihracat dengesini iyi düşünülmüş bir strateji çerçevesinde yönetiyor.
Az önce ifade ettiğim sektörün sorunları ve sağlık sistemimizin “sürdürülebilirlik” kaygıları da burada devreye giriyor. Aslında ülke olarak “yerli ve milli” hedeflerimize ulaşmak için, kanımca ilk olarak “sürdürülebilir” bir sağlık ekosistemini ülkemizde oluşturmamız gerekli. Neden? Türkiye’de bir firma dünya ölçeğinde rekabetçi bir üretim yapıp yurtdışına ihracat yapmaya çalışacağı zaman, öncelikle araştırma geliştirmeye, ürün geliştirmeye fon ayırmak durumunda. Bu yatırımları yapabilmesi için, ilk önce sattığı malın tahsilatını zamanında yapabilmesi lazım. Yani nakit akışının yönetilebilir, iş modelinin sürdürülebilir olması lazım…
Johnson &Johnson’nın Türkiye hedefleri ve stratejilerinden bahseder misiniz?
Johnson & Johnson Medikal Cihazlar olarak, 2020 yılında da tüm organizasyonumuz ve tüm heyecanımızla hastalarımıza, hekimlerimize ve tüm sağlık çalışanlarımıza yönelik hizmetlerimizi en üstün gayret ile sürdüreceğiz. Üniversitelerimiz ve devlet yetkililerimiz ile çalışarak, ortak sorunlarımıza birlikte çözüm üretmeye çalışacağız. Ülkemizde görev yapan tüm hekimlerimizin, hemşirelerimizin, sağlık çalışanlarımızın gelişimlerine katkıda bulunmaya devam edecek, Profesyonel Eğitimlerimizi daha fazla kişiye ulaştırmaya odaklanacağız. Sağlıklı bir geri ödeme fiyatlandırma sistemi ve kamu alacaklarının daha düzenli olacağı bir ortamda sistemin daha sürdürülebilir olması için çalışacağız.
Tıbbi cihazlar bağlamında düşündüğümüzde, yolu hastaneye düşen bir vatandaşımız hayatında en az bir defa bizim ürünlerimizden biriyle teşhis ya da tedavi oluyor. Biz her gün bunun sorumluğu ve bilinciyle işimizi yapmaya çalışıyoruz. Bu sebeple, her yıl olduğu gibi 2020 yılında da, insan odağımızdan ve etik duruşumuzdan asla taviz vermeden, tüm paydaşlarımızla iş birliği kurmaya ve toplum sağlığı için çalışmaya devam edeceğiz.
Ülkemizdeki yerli ve milli anlayışın gelişmesini Türk vatandaşı olarak destekliyoruz ancak yerli ve millinin tek şartının burada fabrika açmak değil ve bizler bu anlamda ülkemizde tıbbi cihaz ve ekosisteminin gelişmesine katkıda bulunmak için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.
‘Mükemmelliyet Merkezleri’ yaratmanın yerli ve milli hedef açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu tip merkezlerin desteklenmesi ile araştırmaya, geliştirmeye, hekimlerin tecrübesine çok büyük yatırımda bulunmaya ve altyapı yaratmaya zaten başlamış oluyorsunuz. Bir başka faydası, farklı ülkelerden hekimleri, bilim insanlarını buraya getirmeye başlıyorsunuz, burada eğitmeye başlıyorsunuz ülkemizde bu merkezlerde hekimlerin eğitimine bu anlamda katkı sağlamak çok kıymetli. Bir çeşit uzun dönemli yatırım diyebiliriz. Don 4 yılda yaklaşık 4 bin hekime eğitim katkısı sağlamış bulunuyoruz. İleri derece teknoloji ve innovasyonların tekniklerini öğrenerek kullanımlarına bu eğitimlerde imkan sağlamış olduk, bunları da ülkemize sağlanan yatırımlar olduğunu düşünüyoruz.
Hekimlere ne tür eğitimler veriyorsunuz?
Biz buna ‘Profesyonel Tıp Eğitimleri’ diyoruz. Kolerektal Cerrahi, Obezite Cerrahisi, Aritmi tedavisi gibi odaklandığımız tedavi alanlarında “bütünsel” bir yaklaşım geliştirmeye çalışarak, gelişen prosedürler üzerine eğitimleri ve cerrahların kendilerini deneyimlemelerini sağlıyoruz. Eğitimler bazen hayvan üzerinde, kadavra üzerinde, teorik, canlı, bazen de hasta üzerinde eğitimler olabiliyor. Yani geniş bir skalada eğitimlerimizi her sene düzenlemeye devam ediyoruz. Bu da Türkiye’deki ekosistemin altyapının oluşmasına önemli bir katkı sağlıyor 2020 ve daha sonrasında da J&J olarak biz Türkiye’ye bu anlamda yatırım yapmaya devam edeceğiz.
Türkiye’nin fikir lideri bir ülke olmasını bu anlamda hayal ediyorum. Türkiye’deki üniversitelerden yetişmiş birçok hekimimiz bugün Amerika’da, Avrupa’da başarılı şekilde görevlerini yapıyorlar. İstiyoruz ki bu aynen devam etsin ve J&J’nin de çorbada tuzu olsun.
Dünyada mükemmel işlediği varsayılan sağlık sistemleri var mı?
Bence dünyada herkes mükemmeli arıyor ve henüz bulunmuş değil. Sağlık yatırımlarında ve işleyişte iki tane önemli model var; uygulandığında her yerde başarıyla sonuç veren modeller… Bir tanesi kademeli sağlık hizmeti. Yani örneğin grip oldunuz, doğrudan şehir hastanesine ya da doğrudan üniversite hastanesine gitmek yerine sizi önce aile doktoruna yönlendiren bir model bu. Ne getiriyor? Sistem verimli işliyor ve bence Türkiye’de bizim bu konuda atabileceğimiz adımlar var. İkincisi de az önce mükemmelliyet merkezleri dedik ya, aslında bu merkezlerin farklı branşlarda hayata geçirilebilmesi… İşte kalp cerrahisi konusunda bir mükemmelliyetlik merkezinin oluşması… Bariyatrik tıp cerrahisi konusunda bir ya da bir kaç tane mükemmelliyet merkezinin kurulması ya da batın onkolojisinde mükemmelliyet merkezi oluşturulması… Dolayısıyla her yerde her hizmetin verilmemesi… Hastaların filtrelenmiş olarak en uzman yere gelmesi ve orada en verimli şekilde bu hizmeti almaları. Yani toplam sistemin optamizasyonu açısından bu iki adım önemli. Tekrar etmek gerekirse: Filtreleme. Dolayısıyla buna göre kaynak tahsisi, ikincisi de uzmanlaşmış hastaneler. Bir konuda uzmanlaşmış hastaneler ve de filtreleme sonucunda gelen hastanın uzmanlaşmış hastanede uzmanlık gerektiren tedaviyi en verimli şekilde alması. Bu tip bakış açıları yani toplam sistemde verimliliği arayan, verimliliğe götürmeye çalışan bakış açıları benim görebildiğim kadarıyla dünyadaki akademisyenlerin ortaya koyduğu önemli stratejiler.
Ülkemizin bu anlamda gerek şehir hastaneleri, gerek üniversite hastaneleri, aile hekimliği vb, bütünsel yaklaşımlarla sağlık sisteminde optimizasyon ve, verimlilk olumlu noktada olduğunu düşünüyorum.
Son olarak eklemek istediğiniz hususlar nelerdir?
Johnson &Johnson’da çok fedakarca, içtenlikle çalışan, umutlarını, alın terlerini, büyük bir samimiyetle amatör bir ruhla işe getiren takım arkadaşlarımız var. Faaliyet gösterdiğimiz her coğrafyada değişmekle birlikte Türkiye organizasyonunda 200’e yakın çalışanımız var.
Ben burada onları temsil etmeye çalışıyorum. Organizasyonumuzda düşünce şeklimiz hizmet odaklı olmaya çalışmak. Mütevazi bir şekilde, nasıl katkıda bulunuruz diye çalışmak. Takım arkadaşlarım son derece özverili çalışıyorlar ve inanıyorum ki hizmet vermeye çalıştığımız hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımız, hemşirelerimiz, sektörel birlikler, kamu yapıları, yetkilileri bu özveriyi görüyorlar. Biz aynen devam etmek istiyoruz. Fedakarca üzerimize düşeni yapmaya çalışacağız ve geleceğe umutla bakıyoruz.
Türkiye bence potansiyeli çok yüksek bir ülke… Dünyada bazı demografik projeksiyonlar var ve bu demografi hızla değişiyor. Ekonomik dengeler de çok hızlı bir şekilde değişiyor. Demografik büyüme aslında ekonomik büyümenin de en büyük tetikleyicisi. Bununla ilgili pek çok araştırma var. Dünyanın ekonomik ağırlık ekseni Batıdan Doğuya kaymaya başladı ve bu devam edecek. Yani haritaya baktığınızda, hangi haritaya bakarsanız bakın, dünyanın tam ortasında Türkiye var. Jeopolitik olarak potansiyelimiz çok yüksek, insan kaynağı olarak potansiyelimiz yüksek, Birdenbire olmayacak, kolay olmayacak, lineer bir gelişim olmayacak, bazen ineceğiz, çıkacağız fakat ben yürekten inanıyorum ki Türkiye olarak biz bu potansiyeli yakalayacağız ve zor da olsa çok güzel şeyleri başaracağız.