Hekimlik Mesleği ve Özelinde Yoğun Bakım Branşı Tercih Nedeni Olmaktan Çok Uzak!

Olağanüstü zamanlarda tecrübe edildiği üzere günümüz COVID-19 pandemisinde de yoğun bakım bilim dalının değeri, önemi, gerekliliği bir kez daha idrak edildi. Bu uzmanlık alanının çatı derneği olan Türk Dahili ve Cerrahi Bilimler Yoğun Bakım Derneği (TDCY) ve yoğun bakım uzmanları; Mayıs 2021 içerisinde; kamu otoriteleri ile birlikte online bir sempozyum gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu, Yükseköğretim Kurulu, Sağlık Bakanlığı, Tıpta Uzmanlık Kurulu ve Avrupa Yoğun Bakım Derneği yetkililerinin katılımıyla düzenlenen oturumda yoğun bakımcılar, eğitim ve çalışma hayatında yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini ifade ettiler. Aynı zamanda Mayıs ayının Yoğun Bakım Farkındalık Ayı olarak kabul edilmesini talep ettiler.

Yoğun Bakım Neden Tercih Edilmiyor?

Yoğun bakım bilim dalı maalesef tercih edilmeyen bir branşa dönüştü. 2017 yılından sonra dramatik şekilde yoğun bakımın tercih edilme oranı düştü. Dahiliye, anestezi ve nöroloji bölümünde 2017 yılından sonra dramatik bir düşüş gözleniyor. Enfeksiyon hastalıkları, genel cerrahi gibi göğüs hastalıklarında da son dönemde neredeyse yoğun bakım kadroları hiç tercih edilmiyor. Öncesinde neredeyse yüzde yüz tercih edilen yoğun bakım neden böyle bir düşüş grafiği içerisinde diye düşündüğümüz zaman, Derneğin ifade ettiği nedenler şöyle:

Yoğun bakım uzmanlarının üçüncü basamak veya genel yoğun bakım ünitesi dışında görevlendirilmeleri, uzmanlığın mevzuatta tanımlanmaması dolayısıyla branşın geleceğinin belirsizliği, performans puanlarının düşüklüğü, özel hastanelerde yoğun bakım yatak sayısının fazla olmasına karşın yoğun bakım uzmanı bulundurulmaması, ana dal kadrosunda da çalışma hakkı tanınmaması gibi nedenlerden ötürü branşın tercih edilirliğinde anormal bir düşme söz konusu!

Yoğun Bakım Farkındalığı

TDCY bu sorunları ve çözüm önerilerini ifade ettiği toplantı ile hem mevcut duruma ilişkin kamu otoritelerini bilgilendirdi hem de branşın popülaritesini arttırmak gayesiyle Mayıs ayının son haftasının Yoğun Bakım Farkındalık Haftası olarak Sağlık Bakanlığı takvimine eklenmesini talep etti.

Mesleği Cazip Hale Getirmek!

Toplantıya Hollanda’dan katılan Avrupa Yoğun Bakım Derneği Başkanı ve Hollanda Utrecht Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jozef Kesecioğlu, Almanya’da da yoğun bakım branşının daha az tercih edildiğini ifade ederek, “Gençler, meşakkati daha az olan branşları tercih ediyorlar. 5 – 6 yıl önce bu durumu biz de yaşamıştık. Mesleği cazip hale getirerek bu sorun halledilebilir. Benim kanaatim, kişilere sadece maddi açıdan değil fakat manevi açıdan da gerekli yerde gerekli pozisyonu vermekle bunlar düzenlenebilir. Yoğun bakımcıların da tek bir sesle konuşmaları ve isteklerini açık bir şekilde belirtmeleri çok önemli!” diye konuştu.

Hekimlik Mesleğini Tercihi Azaldı

Yoğun bakımın ötesinde genel olarak hekimliğin tercih edilmediğini ifade eden diğer bir isim olan Sağlık Bakan Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci ise TÜSAP toplantısında, “Pandemi döneminde hekimlere saygı arttı ama gençlerde hekimlik mesleğini tercih etme isteği artmadı. Sorumluluk almanın özgürlüğü kısıtlayıcı bir etken olduğunu düşünen gençlerin bu mesleği daha az tercih ettiği görülecek” dedi.

Pandemi eğitim, sosyal ve çalışma hayatımızı derinden etkiledi; ilerleyen süreçte bunları daha iyi kavrama imkanımız olacak elbet ama özellikle bazı sektörler, iş kolları ve tıp bilimlerinde halihazırdaki değişme ivmesi pandemi sürecinde iyice hız kazandı. Kamu otoritelerinin, yasa yapıcıların başta sağlık olmak üzere hayati değerde olan alanları iyileştirmesi, buradaki eğitimi daha nitelikli ve kaliteli; çalışma hayatını daha özendirici ve cazip bir noktaya taşıması kaçınılmaz hale geldi.

Sayı: 8

8

Sağlık Sektörü Özelinde 2018 Yılını Nasıl Bilirsiniz?

klinikiletişim, bu sayı ile birlikte 2018 yılını geride bırakmaya hazırlanıyor. Nasıl bir yılı geride bıraktığımız konusunu gelecek sayılarda tartışmak daha anlamlı olabilir fakat bu yıl, hiç kuşkusuz, ekonomik dalgalanmanın yarattığı belirsizlikle anılacak. Etkilerinin 2019’da daha fazla hissedileceği sıklıkla ifade ediliyor. Sağlık sektörünün krizden nasıl etkilendiği, süreci nasıl yönettiği önümüzdeki aylarda daha net anlaşılacak.

Sağlık Yatırımları ve Hizmet Alımlarında Azalma

Bu anlamda GE Sağlık Türkiye’nin yaptığı yuvarlak masa toplantısı sonuçlarını önemsiyoruz. Buna göre sektör; kur artışının etkilerinin, 2 yıldan daha uzun sürede tolere edileceğini öngörüyor. 2019 yılında sağlık sektörü yatırımlarının, hizmet alımlarının azalacağı, kamu direkt alımlarının azalacağı yönünde görüş ifade ediliyor.

Herkesin merakla beklediği kamu – özel ortaklığı ile yapılan şehir hastaneleri yapımının aynı hızla devam edemeyeceği öngörülüyor. Mevcut açılmış olan şehir hastanelerinin sürdürülebilirliği de ayrı bir tartışma konusu; sürdürülemez olduğu yönünde görüşler ağırlıkta. Yatırımcı açısından sağlık pazarındaki en büyük fırsatın yurtdışı sağlık işletmeciliği olarak öne çıkıyor.

Konsolidasyon Beklentisi Hakim

Özel hastaneler için de önümüzdeki bir yılda konsolidasyon beklentisi hakim. Toplantı sonuçları karamsar tablo çiziyor.

Bakanlık ve Üniversite Hastaneleri Ortak Kullanımı

Öte yandan, TBMM’ye getirilen “Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda kabul edildi. 43 maddeden oluşan bir kanun teklifinde yer alan 23. Maddede, Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık tesisleri ile üniversitelerin tıp ve diş hekimliği alanında lisans ve uzmanlık eğitimi veren kurumlarının birlikte kullanımı hususunda uygulamada karşılaşılan problemlerin çözümüne yönelik düzenleme yapıldığı ifade ediliyor. Bu problemlerin neler olduğu ve çözüm önerilerine yönelik gelecek sayılarımızda tartışmaya açacağız.

Şehir Hastanesi Yapan Şirketlerin Lehine Düzenlenme

Aynı Kanun teklifinin 38, 39 ve 40. maddelerde şehir hastanelerini yapan ve işleten şirketler lehine maddeler de mevcut; şirketlere hasta garantisi verilen tıbbi hizmetlerde, sözkonusu şirketlere 10 yıllık süre garantisi veriliyor. Şehir hastanesini işleten şirketlerin işletme dönemindeki teminat miktarı TÜİK tarafından belirlenen Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi (YÜFE) oranında artırılıyor. Şehir hastanesi yapan şirketlere daha önce inşaat dönemiyle sınırlı olmak üzere Harç ve Damga Vergisi muafiyeti tanınırken teklifle bu işletme dönemini de içine alacak şekilde genişletiliyor.

Kamudan İhraç Edilen Hekimler

Birçok önemli madde yanı sıra, teklifin 5. Maddesinde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen ve güvenlik soruşturmasından geçemeyen hekimlerin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile anlaşmalı özel hastanelerde çalışması engelleniyor.

HPV Aşıları Ulusal Aşı Takvimine Eklenmeli!

time.com stock photos

“HPV İLE HER YIL YAKLAŞIK 14 MİLYON KİŞİNİN BU VİRÜS İLE ENFEKTE OLDUĞU TAHMİN EDİLİYOR, BİR KİŞİNİN ÖMÜR BOYU BU VİRÜS İLE KARŞILAŞMA OLASILIĞI İSE NEREDEYSE %80! ÖNCELİKLİ OLARAK KIZ ÇOCUKLARI 9-14 YAŞ ARALIĞINDA AŞILANMALIDIR. BAZI ÜLKELERDE YAKIN ZAMANDA ERKEK ÇOCUKLARI DA AŞILAMAYA BAŞLANMIŞTIR. BU YAŞ GRUBUNDA 6 AY ARA İLE İKİ DOZ AŞI YETERLİ OLMAKTADIR. 15 YAŞ SONRASINDA İSE KORUYUCULUK İÇİN ÜÇ DOZ AŞI (0, 1-2 AY, 6 AY) GEREKLİDİR”

Türk Tabipleri Birliği (TTB), 19 Ekim 2021 tarihinde Sağlık Bakanlığına yazdığı yazı ile Human Papilloma Virus (HPV) aşılarının ulusal aşı takvimine eklenmesini istedi. Sağlık Bakanlığına yazılan dilekçede şunlar kaydedildi:

“Rahim ağzı kanseri önerebilir ve erken tanı konduğunda tedavi edilebilir bir kanserdir. HPV denilen ve en az 14 tanesinin yüksek riskli olduğu kabul edilen yüzden fazla tipi olan bu virüs en sık karşılaşılan ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan biridir Her yıl yaklaşık 14 milyon kişinin bu virüs ile enfekte olduğu tahmin ediliyor, bir kişinin ömür boyu bu virüs ile karşılaşma olasılığı ise neredeyse %80! Önlenebilir ve erken evrede yakalandığında tedavi edilebilir bir kanser olmasına rağmen rahim ağzı kanseri bugün hala dünya genelinde kadın kanserlere arasında en sık görülen dördüncü kanserdir.

Tüm ülkelerde görülüyor olsa da sıklığı orta ve düşük gelirli ülkelerde daha yüksektir. Bu kansere bağlı ölümlerin %90’ı yine orta ve düşük gelirli ülkelerde görülmektedir.

“RAHİM AĞZI KANSERİ BUGÜN HALA DÜNYA GENELİNDE KADIN KANSERLERE ARASINDA EN SIK GÖRÜLEN 4. KANSERDİR. TÜM ÜLKELERDE GÖRÜLÜYOR OLSA DA SIKLIĞI ORTA VE DÜŞÜK GELİRLİ ÜLKELERDE DAHA YÜKSEK. BU KANSERE BAĞLI ÖLÜMLERİN %90’I YİNE ORTA VE DÜŞÜK GELİRLİ ÜLKELERDE GÖRÜLMEKTEDİR”

Kız Çocukları 9-14 Yaş Aralığında Aşılanmalı

Bu kanserden korunmak için elimizde iki önemli silah var: Aşı ve tarama. HPV aşıları rahim ağzı kanserlerinin %70’ini ve genital siğillerin de %90’ını önleyebilir, aynı zamanda bu aşılar HPV’ye bağlı diğer kanserlerden de koruyabilir. Bu nedenle önerilen, öncelikli olarak kız çocuklarının 9-14 yaş aralığında aşılanmalarıdır. Bazı ülkelerde yakın zamanda erkek çocukları da aşılamaya başlanmıştır. Bu yaş grubunda 6 ay ara ile iki doz aşı yeterli olmaktadır. 15 yaş sonrasında ise koruyuculuk için üç doz aşı (0, 1-2 ay, 6 ay) gereklidir. Bağışıklık sisteminin baskılandığı durumlarda aşı yaştan bağımsız üç doz olarak uygulanmalıdır.

BU KANSERİ ELIMİNE ETME STRATEJİSİNİN ÜLKEMİZDE UYGULANMAMASI İÇİN HİÇBİR SEBEP YOKTUR. HALİHAZIRDA YÜRÜTÜLEN ULUSAL TARAMANIN YANINDA HPV AŞILARININ DA ÜCRETSİZ OLARAK ULUSAL AŞI PROGRAMINA EKLENMESİ İLE ÖNLENEBİLİR HASTALIKLARIN VE ÖLÜMLERİN ÖNÜNE GEÇİLEBİLİR”

Dünya Sağlık Örgütünün Strateji Planı

Dünya Sağlık Örgütü yakın zamanda bu kanseri elimine etmek üzere bir strateji planı geliştirmiştir. Bu plana göre hareket eden ülkelerde 2030’a dek 15 yaş ve altı kız çocuklarının yüzde 90’ının aşılanması 35 yaşına kadar kadınların en az bir kere uygun yöntemle taranması ve bunun 45 yaşında bir kere daha tekrarlanması öngörülmektedir. Bu ülkelerde rahim ağzı kanseri öncesi lezyonu ya da kanser saptanan kadınların yüzde 90’ının uygun şekilde tedavisi gerçekleşecektir.

Ücretsiz Olarak Ulusal Aşı Programına Eklenmeli

Bu kanseri elimine etme stratejisinin ülkemizde uygulanmaması için hiçbir sebep yoktur Halihazırda yürütülen ulusal taramanın yanında HPV aşılarının da ücretsiz olarak ulusal aşı programına eklenmesi önlenebilir hastalıkların ve ölümlerin önüne geçmesi için gerekli adımların atılmasını Sağlık Bakanlığından talep ederiz.”

18 Ay Sonrasında Pandemide Neredeyiz?

Ttb Logo

“BULAŞ DAHA HIZLI VE YAYGIN HALE GELDİ. AKTİF HASTA SAYISI DA BUNA BAĞLI OLARAK DAHA YÜKSEK. RESMÎ İSTATİSTİKLERE GÖRE AKTİF HASTA SAYISI KÜRESEL DÜZEYDE 18 MİLYON, TÜRKİYE’DE 500 BİN CİVARINDA SEYREDİYOR. YÜKSEK BULAŞ TEHDİDİ VARLIĞINI SÜRDÜRÜYOR”

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu, COVID-19 pandemisi 18 ay değerlendirme raporu yayımlandı. Raporun sunumunda şunlar kaydedildi:

Aşılamada Neredeyiz?

Sağlık Bakanlığı verilerine göre uygulanan toplam aşı miktarı 110 milyon dozu aşmıştır. Gerek ilk doz gerekse ikinci doz ve tanımlanmış gruplarda takviye doz için günlük aşılanma oranlarındaki azalma kaygı vericidir. Aşılanma oranlarının bakanlığın tablolarda sunduğu gibi 18 yaş üzerini değil tüm nüfusu dikkate alır oranlarla sunulması gerçekçi değerlendirme için şarttır. Tam aşılı olarak sayılan iki doz aşısını olmuş yurttaşların bir kısmının süreler dikkate alındığında “tam aşılı” tanımından çıkmış olduğunun hesaplara dâhil edilmediği görülmektedir. Aşı takvimini tamamlamış nüfus yüzdemizin, istenilen seviyeden uzak olduğunu biliyoruz. Dünyada aşının uygulamaya geçmesi sonrasında dolaşımda egemen varyant olarak bildiğimiz Delta varyantı koşullarında aşı takvimini tamamlamış nüfus oranının en az %85 olması gerektiği öngörülmektedir. Bu kat etmemiz gereken mesafenin ne kadar fazla olduğunu da işaret etmektedir.

Aşılamada Eşitsilikler ve Yok Sayılanlar

Bölgeler ve iller arasında ciddi eşitsizlikler söz konusudur ve hareketliliğin böylesine artmış olduğu bir çağda hiçbir il ya da bölgenin tek başına kendi koruma oranlarıyla salgından korunmasını gerçekleştireceğini bekleyemeyiz. Kayıt dışı göçmenlerin de aşılamada yok sayıldığı ortadadır. Hem ülke içinde hem de uluslararası alanda hepimizin korunmadığı koşullarda hiçbirimiz güvende olamayız. Aşı ile ilgili uygulamanın da krizlere anlık mı̈dahalelerle salgını yönetmeme iradesinin bir yansıması ve popülizmle harmanlanmış iktidar yaklaşımının bir tezahürü olarak somut bir tutum alınmadan sürdürülmesi, buna ilişkin yasal düzenleme yapmaktan kaçınma davranışı aşılamanın etkili biçimde sürdürülmesinde önemli engellerden birisidir.

Filyasyon Artık Tamamen Unutuldu

Tek başına aşının salgınla mücadelede yeterli olmadığını hatırlatmaktayız. Bakanlığın bilimsel gerekliliklere uygun yapmadığı filyasyon artık tamamen unutulmuştur. Etkin olmayan salgın kontrolü nedeniyle önlenmeyen ölümler daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi yaşam hakkı ihlali olarak tanımlanmaktadır. Sağlıkta dönüşüm politikaları nedeniyle salgın kontrolüne dönük birinci basamak sağlık hizmetlerinin yok edilmiş olmasını da filyasyon gibi uygulamalardaki eksikliğe dâhil etmekteyiz. Şehir hastanelerine yönelim temini adına kapatılan şehir içinde erişilebilir hastanelerin yokluğu ise pandeminin gerektirdiği çeşitli sağlık hizmetlerini aksatmıştır.

Salgının Sınıfsal Karakteri

Uluslararası literatürde de ülkemizde yapılan çalışmalarda da salgının sınıfsal karakterini ortaya koyan, ölümlerin sosyoekonomik arka planının yansıtan bulgulara erişilmiştir. Sosyoekonomik kötüleşme, yoksulluk ve yoksunluk pandeminin yakıcılığını, yıkımını artıran sosyal, ekonomik, politik değişkenlerdir. Çalışma hayatında nice kazanımların budanması, esnek güvencesiz çalışmanın artması, kadına, çocuğa şiddet olgularının artması ülkemizde de belirginleşmiştir. Şiddetin bir politik enstrüman olarak tercihi hayatın her alanında olduğu gibi sağlık alanında da şiddeti beslemiştir. Tükenişin eşiğinde özveriyle çalışan sağlık çalışanlarının özlük haklarında değil iyileştirme, budamalar söz konusudur. Bu koşullarda COVID- 19, başta sağlık çalışanları olmak üzere, bir dizi alan ve çalışma koşulları bakımından halen meslek hastalığı olarak tanımlanmamıştır.

18 Ay Sonrasında Pandemide Neredeyiz?

COVID-19 pandemisinin içindeyiz, halen ne zaman sonlanabileceği konusunda bir öngörüye sahip olamıyoruz. Pandemide birinci dalganın dördüncü pikini yaşıyoruz, bu dönemi dördüncü dalga olarak tanımlayanlar da var. Günlük vaka ve ölüm sayısı yüksek hızda devam ediyor. Her bir pik ya da dalga, farklı coğrafyalarda farklı zamanlarda ortaya çıkıyor. Enfeksiyon etkeni de pandemi boyunca kendini koşullara adapte etmiş ve mutasyon geçirmiştir. Son iki pikte yeni varyantlar rol oynamıştır. Üçüncü pikte Alfa, dördüncü pikte Delta varyantı baskın olmuştur. Her bir dalga bir öncekinden daha fazla vaka sayısı ile seyretmiştir. Ölümler kış aylarında yaşadığımız pikte en fazla olmakla birlikte takip eden pikte azalma eğilimine girmiştir. Pikler arası zaman daralmıştır. Bu pikler farklı coğrafyalarda farklı zamanlarda karşımıza çıktığı için dünya genelinde kesintisiz virüs dolaşımı yaşanmaktadır.

Yaşadığımız pikin Delta varyantının etkisi ile olduğunu söyleyebiliriz. Delta varyantının orijinal virüs ve Alfa varyantına göre daha fazla bulaşıcı olduğu bilimsel çalışmalar ile gösterilmiştir. Buna rağmen son pikin daha düşük etki göstermesi COVID-19 aşısı yapılan kişi sayısının yükselmesi ve yaz mevsimi ile ilgili değerlendirilmektedir. Yine de COVID-19 aşısına rağmen bu pikin gerçekleşmiş olması ‘bütüncül önlemlerin’ hâlâ kritik önemde olduğunu göstermektedir.

Bütüncül Önlemlerin Önemi

Bütüncül önlemlerin önemi dikkate alınmadığında sonbahar ve kış aylarında beklenen pik çok daha etkili olacaktır. Küresel düzeyde vaka sayısı ve ölüm sayısı düşüş gösterse de aralarında Türkiye, ABD, İngiltere’nin de olduğu sınırlı sayıda ülkede vaka ve ölüm sayısı yüksek hızda devam etmektedir. Son dönem Türkiye’de yüksek vaka ve ölüm hızı, önlemlerin neredeyse tamamından vazgeçilmesine; düşük aşılama oranına; Sağlık Bakanlığı aşı çalışmalarının oldukça yavaş ve ciddiyetsiz yürütülmesine bağlanmaktadır. Mart 2021’de Alfa varyantının baskın hale gelmesine rağmen önlemlerin rafa kaldırılmasında olduğu gibi, Delta varyantının baskın olmasına rağmen turizm mevsimi vb. sermaye yanlısı gerekçelerle Temmuz 2021’de de tüm önlemlerden vazgeçilmesi stratejisinin vaka ve ölümlerin yüksek sayılarda devam etmesinin nedeni olduğu aşikâr… Tüm uyarılara rağmen yaşama geçirilen bu strateji binlerce ‘önlenebilir ölüme’ neden olmuştur, bu ölümler ‘yaşam hakkı ihlali’ ve ‘sosyal cinayet’ten başka bir şey değildir.

Virüsün Eşitsiz ve Ayrımcı Yönü

COVID-19 tüm yaş gruplarını etkilese de yaşlı nüfusta ve kronik hastalığı olanlarda daha ciddi seyretmeye devam ediyor. Hastalık sömürge coğrafyalarda, işçilerde, yoksullarda, ötekileştirilen topluluklarda (mülteciler, evsizler, LGBTİ vb.) daha sık ve daha ciddi seyrediyor. Mülteci ve göçmenler, mevsimlik işçiler, yeniden üretim ve bakım emekleri görmezden gelinen kadın işçiler, gündelik kazandığı ile gündelik yaşayan yevmiyeli ve sokakta çalışan işçiler salgından en sert etkilenenler arasında…

Virüs ve hastalık değişim gösteriyor

Yeni tip koronavirüsün (SARS-COV2) yol açtığı COVID-19 hastalığı ile ilgili bilgilerimizde de önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bulaş yolu olarak dile getirdiğimiz damlacık-temas yolu damlacık-hava yoluna evrilmiştir. Kuluçka süresi ortalama altı gün iken Delta varyantı ile 3-4 güne kısalmıştır. Bulaştırıcılık katsayısı (R0) 2,5-3 iken Delta varyantı ile 5-8’e yükseldi. Dolayısla bulaş daha hızlı ve yaygın hale gelmiştir. Aktif hasta sayısı da buna bağlı olarak daha yüksektir. Resmî istatistiklere göre aktif hasta sayısı küresel düzeyde 18 milyon, Türkiye’de 500 bin civarında seyretmektedir. Yüksek bulaş tehdidi varlığını sürdürmektedir. DSÖ salgın insidans eğrisinde, küresel düzeyde Ağustos’tan itibaren yaşanan son pikte, Nisan-Mayıs 2021 pikine göre vaka ve ölüm sayısının daha az olduğunu görmekteyiz.

“12 YAŞ VE ÜZERİNE COVID-19 AŞISINI UYGULAYAN ÜLKE SAYISI GİTTİKÇE ARTMAKTADIR. DAHASI 5-12 YAŞ ARASINDA AŞININ KULLANIMINA YÖNELİK ÇALIŞMALAR DA SÜRDÜRÜLMEKTEDİR. KÜBA VE ÇİN GİBİ ÜLKELER ÇOK DAHA ERKEN YAŞLARDA AŞIYA BAŞLAMIŞTIR”

COVID-19 Kalıcı Bağışıklık Bırakmıyor

Hastalığın kalıcı bağışıklık bırakmadığına dair veriler gittikçe artmaktadır. Alınan viral yük, hastalığın şiddeti ve konağın bağışık yanıtına bağlı olarak antikor aracılı koruyuculuğun uzayabildiği bilinmektedir. Yine de bu süre 6-9 ayla sınırlı gibi görünmektedir. Hücresel yanıt olduğu gösterilmiş olsa da salgın devam ettiği sürece hastalığa yeniden yakalanma şanssızlığımız artıyor. COVID-19’nin neden olduğu COVID- 19 hastalığı mevsimsel olmaması ve yıl boyunca görülebilmesi, bulaştırıcılık ve öldürücülüğünün yüksek olması, dolayısıya insidansının ve mortalite hızının da yüksek olması ile Influenza’dan farklılaşıyor. Bu özellikleri ile COVID-19, halen küresel düzeyde en büyük halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir.

“İKİ DOZ AŞIYI YAPTIRANLAR YÜKSEK GELİRLİ ÜLKELERDE NÜFUSUN %45’İNE ULAŞTI. DÜŞÜK GELİRLİ ÜLKELERDE %2,3 GİBİ KABUL EDİLEMEZ DÜZEYDE. SALGININ KONTROL EDİLMESİNDE İKİ DOZ AŞI YAPILAN NÜFUS ORANI İÇİN DAHA ÖNCE %70 EŞİĞİ ÖNGÖRÜLÜYOR”

COVID-19’a Karşı Çok Sayıda Aşıya Sahibiz…

Aşılar çok hızlı geliştirilmiştir. Virüse ait bilginin erken paylaşımı, moleküler genetik konusundaki gelişmeler ve aşı şirketlerinin iştahını kabartan pazarın büyüklüğü erken aşı geliştirilmesinde etkili olmuştur. Şu an kullanımda olan aşıların tümü inakatif aşılardır. Acil kullanım onayı alan tüm aşılar ölüm, yoğun bakım-solunum cihazı gereksinimi, hastaneye yatış sayılarını azaltmaktadır. Buna karşın enfeksiyona yakalanmadaki etkisi daha sınırlı görünmektedir. Aşılı da olsanız hastalığa yakalanma ve semptomsuz veya hafif klinikle geçirme olasılığınız devam etmektedir.

Ülkemizde uygulanan aşılar arasında olan Coronavac için serum antikor düzeyinin üçüncü ayda düşmeye başladığı, altıncı aydan sonra düşüşün daha fazla olduğu yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Bu nedenle üçüncü dozun yapılması ile ilgili öneriler genel kabul görmüştür. mRNA aşıları için de serum antikor miktarının altıncı ayda düştüğü, sekiz ve dokuzuncu aylarda düşüşün daha ciddi düzeyde gerçekleştiği gösterilmiştir. Bu nedenle üçüncü doz uygulama önerisi mRNA aşıları için de kabul görmeye başlamıştır. Hastalığın geçirilmesinde olduğu gibi mevcut aşılarla ve şu an uygulanan doz önerileri ile uzun süreli ve kalıcı bir bağışıklık elde edilemeyebileceği öngörülerek, önümüzdeki dönemde daha büyük nüfus kesimlerine rapel doz yapılması gereksinim haline gelebilecektir. 12 yaş ve üzerine COVID-19 aşısını uygulayan ülke sayısı gittikçe artmaktadır. Dahası 5-12 yaş arasında aşının kullanımına yönelik çalışmalar da sürdürülmektedir. Küba ve Çin gibi ülkeler çok daha erken yaşlarda aşıya başlamıştır. “Çocuklar aşılansın mı” sorusu önümüzdeki en önemli gündem olarak görülmektedir.

Aşıda patent/mülkiyet hâlâ devam etmekte, üretim şirketler aracılığıyla yapılmaktadır. Aşılar yüksek fiyatlarla satılmakta ve parası olmayan ülkeler aşı alamamaktadır. Yoksul ülkelere aşının sağlanması konusunda kurulan COVAX büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu projenin amacının daha farklı olduğu artık daha net görülmektedir. Aşıya erişim konusunda dünya halkları arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar mevcut. İki doz aşıyı yaptıranlar yüksek gelirli ülkelerde nüfusun %45,4’üne ulaşmış iken, düşük gelirli ülkelerde %2,3 gibi kabul edilemez düzeyde. Salgının kontrol edilmesinde iki doz aşı yapılan nüfus oranı için daha önce %70 eşiği öngörülüyorken Delta varyantının yüksek bulaşıcılığı nedeniyle bu oranın artık %85’in üzerinde olması gerektiği kabul edilmekte, ancak bu hedefe ulaşılması tüm coğrafyalarda mı̈mkün olamayacaktır. Bu durum virüsün endemik dolaşımı anlamına da gelmektedir. Yine bu hedefe ulaşılıncaya kadar salgının kontrol altına alınmasında bütüncül önlemlerin ne kadar önemli olduğunu bizlere gösteriyor.

“Bütüncül Önlem” Yaklaşımı Öne Çıkıyor
Aşıya rağmen vaka ve ölüm sayısı yüksek hızda devam etmektedir. Bunda aşının tek koruyucu önlem olduğunun topluma dayatılması, diğer toplumsal önlemlerin neredeyse tamamından vazgeçilmesi ve uzamış pandemiye bağlı yorgun düşen toplumun daha serbest hareket edebilme özlemi etkili olmuştur. Aşıya rağmen virüs dolaşımının devam etmesi, aşının bulaştırıcılığı önleme konusunda sınırlı etkiye sahip olması toplumsal önlemlerin ne kadar önemli olduğunu ağır bedellerle birlikte hafızalarımıza kazımıştır. Toplumsal hareketlerde kısıtlama, kalabalıklaşmaların önlenmesi, kapalı mekânların havalandırılması (dışardan hava alan klimalarla), kapalı mekânlarda geçirilen sürenin kısa tutulması, fizik mesafenin 1.5-2 metre tutulması ve nitelikli maske kullanma (riskli bölgelerde N-95-FFP2/3, çift cerrahi maske, diğer yerlerde tek cerrahi maske) hâlâ kritik-yaşamsal önlemlerdir.

Ücretsiz maske, uygun nitelikte maske üretiminin denetlenmesi, havalandırma konusunda TMMOB gibi meslek odalarının, üniversitelerin, bağımsız kuruluşların vb. denetimine hâlâ imkân sağlanmamıştır. Halk, ulusal ve uluslararası standartlara uymayan, bulaşı önleme konusunda yetersiz ‘en ucuz’ maskeyi hem de günlerce kullanmak zorunda kalıyor. Okullarda temaslı-yakın temaslı için kritik kabul edilen maskeler, ne yazık ki denetlenmeyen koruyuculuğu düşük maskeler… Bilimsel bilgi ile yaşamın gerçeği bir kez daha çatışmalı olarak karşımızda durmakta…

Birinci Basamak Olmazsa Olmaz

Erken olası vaka bulma, riskli gruplarda periyodik test yapma, hasta kişilerin izolasyonu, temaslıların karantinası kritik halk sağlığı önlemleridir. Salgının başarısı, olası vakaların erken bulunması ve kontrol altına alınması ile doğrudan ilişkilidir. Birinci basamağın bunu merkeze alan bir stratejiye dönmesi dün olduğu gibi bugünde olmaz ise olmazlar arasında. Yapılması gereken bunlar olsa da filyasyonun ilaç dağıtımına döndüğü ve temaslı tespitinin oldukça düşük olduğunu biliyoruz. Dahası diğer ülke örneklerinde olduğu gibi hâlâ salgını hastanede karşılama stratejisininin baskın olduğunu söyleyebiliriz. Parçalanmış sağlık hizmetleri, parçalanmış birinci basamak salgın kontrolünde çaresizlikleri biriktirmektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile kıblesini artı değer kazanmaya döndüren sağlık hizmetleri ile salgın kontrolünün mümkün olmadığı her geçen gün daha net görünmekte. Salgından çıkışın da yeni pandemilerin önlenmesinin de yolu doğa ve toplum yararı esaslı sağlık politikalarındaki radikal değişimi zorunlu kılmaktadır.

“HIZLI ANTİJEN TEST SONUÇLARI, YAPILACAK OLAN DÜZENLEMELER ÇERÇEVESİNDE SAĞLIK BAKANLIĞI BİLDİRİM SİSTEMİNE GİRİLMELİDİR”

“COVID-19 TANISINDA HALEN EN ÖNEMLİ TANI TESTLERİNDEN BİRİ RT-PCR TESTLERİ OLMAKLA BİRLİKTE FARKLI GRUPLARIN SIK ARALIKLARLA TARANMASI AMACIYLA YAKLAŞIK 15 DAKİKADA SONUÇ VEREN YANAL AKIŞ PRENSİBİ İLE ÇALIŞAN COVID-19 HIZLI ANTİJEN TESTLERİ GELİŞTİRİLMİŞTİR”

15 Dakikada Sonuç Veren Hızlı Antijen Testleri

Delta varyantının varlığında salgının tüm hızıyla devam ettiği bu aşamada, semptomlu bireylere hızla tanı konması ve hastaların izolasyonlarının sağlanması, bulaş zincirini kırmak için temaslıların belirlenerek izlenmesi, önemini korumaktadır. Asemptomatik bireylerin, hastalığın bulaşma riskinin yüksek olduğu alanlarda çalışanların ve topluluk halinde bulunulan yaşam ortamlarındaki bireylerin periyodik aralıklarla hızlı ve uygun testler ile taramalarının yapılması virüs yayılımının kontrol altına alınması ve vakaların erken saptanması için gereklidir.

COVID-19 tanısında halen en önemli tanı testlerinden biri RT-PCR testleri olmakla birlikte farklı grupların sık aralıklarla taranması amacıyla yaklaşık 15 dakikada sonuç veren yanal akış prensibi ile çalışan COVID-19 hızlı antijen testleri geliştirilmiştir. Salgının bu aşamasında duyarlılık ve özgüllük oranları yüksek hızlı antijen tarama testlerinin belirli gruplarda belirlenmiş algoritmalar temel alınarak kullanılması, bulaştırıcı bireyleri hızla belirleyerek bulaşma zincirlerini kırmak için önemli bir fırsat sağlayacaktır. Semptomlu bireylerde tanı için RT-PCR testlerini, belirlenmiş gruplarda ise sık aralıklarla olmak koşulu ile tarama amaçlı hızlı antijen testlerini kullanarak salgın hızını kontrol etmek ve azaltmak mı̈mkün olabilir.

COVID-19 tanısında tüm dünyada kabul edilen altın standart test halen RT-PCR testidir. Bu bir yıllık süreçte tanı ve izlem açısından önemli katkısı olan RT-PCR testlerinin özel fiziki altyapı, laboratuvarda eğitimli insan gücü gerektiriyor olması ve pandemi koşullarında kısmen uzun sayılabilecek test sonuçlanma süreleri gibi bazı kısıtlılıkları olduğu bilinmektedir.

Hızlı antijen testleri; test sonuçlanma süresinin oldukça kısa olması (sıklıkla 30 dakika içinde), sınırlı ekipman gerektirmesi ve görsel olarak veya taşınabilir okuyucular ile sonuçları yorumlama kolaylığı sağlaması nedeniyle RT-PCR’a göre bazı avantajlar sağlamaktadır.

Hızlı antijen testleri;

  • Özellikle hastalığın bulaşma riskinin yüksek olduğu alanlarda (sağlık çalışanları, üretim sektörü ve fabrikalarda çalışanlar, tedarik zincirinde görev alanlar, dağıtım ve haberleşme çalışanları, toplu taşıma araç kullanıcıları, turizm sektörü, market çalışanları, mevsimlik tarım işçileri, şantiyede kalan inşaat işçileri gibi) çalışanlar için benimsenmelidir.
  • Özellikle işyerleri için bir test stratejisinin belirlenmesinde; işyeri hekimlerinin, enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanlarının, tıbbi mikrobiyoloji uzmanlarının, halk sağlığı uzmanlarının, iş güvenliği uzmanlarının, işverenlerin, çalışanların sürece dahil edilecekleri bir yaklaşım benimsenmelidir.
  • Hızlı antijen saptama testlerinin işyerlerinde ve diğer ortak yaşam alanlarında kullanılması, COVID-19 yayılmasını önlemeyi amaçlayan işyerindeki mesleki güvenlik ve sağlık önlemleri ve toplumsal önlemler ile uygulanması durumunda tamamlayıcı olup, bu koşullarda kullanılmalıdır.
  • Hızlı antijen testleri için, nazofarengeal örnekler biyogüvenlik önlemlerinin sağlandığı koşullarda alınmalı ve test yapma konusunda eğitimli bir sağlık çalışanı tarafından uygulanmalıdır.
  • Test sonuçları konusunda açıklayıcı bilgilendirmeler yapılmalı, yanlış negatif sonuçların yalancı güven hissine yol açma olasılığına karşı gerekli önlemler alınmalıdır.
  • Hızlı antijen test sonuçları, yapılacak olan düzenlemeler çerçevesinde Sağlık Bakanlığı bildirim sistemine girilmelidir.
  • Belirtilmiş olan gruplar için bir test stratejisi uygularken, testler ücret talep edilmeksizin, güvencesiz çalışanlar da dahil olmak üzere hiçbir ayrım yapılmadan tüm çalışanlara/bireylere sunulmalıdır.
  • RT- PCR ile doğrulanmış pozitif test sonucu durumunda izolasyon dönemi süresince çalışanların iş güvencelerinin sağlanacağı ve ücretlerinin devam edeceği şekilde düzenlemeler yapılmalıdır.

“SALGININ BAŞLAMASININ ÜZERİNDEN 18 AY GEÇMESİNE RAĞMEN COVID-19’A KARŞI ETKİNLİĞİ KESİN OLARAK GÖSTERİLMİŞ BİR ANTİ-VİRAL TEDAVİ HALEN YOKTUR VE TEDAVİNİN ESASINI DESTEK TEDAVİSİ OLUŞTURMAKTADIR”

Hâlâ Etkin Bir Antivirale Sahip Değiliz

Salgının başlamasının üzerinden 18 ay geçmesine rağmen COVID-19’a karşı etkinliği kesin olarak gösterilmiş bir anti-viral tedavi halen yoktur ve tedavinin esasını destek tedavisi oluşturmaktadır.

Salgın Kontrolü Antidemokratik ve Otoriter Eğilimli

On sekiz ayın ardından anti-demokratik salgın yönetiminde herhangi bir değişiklik yoktur. Meslek örgütleri, sendikalar, siyasi partiler, akademi, sağlık örgütleri salgın kontrolü çalışmalarına dâhil edilmemektedir. Tek adam rejimi salgın kontrolünde de devam etmektedir. Veriler paylaşılmamakta, hakikat gizlenmektedir. Salgın kontrolünde kritik rolü olan halk sağlıkçılar ve uzmanlık dernekleri HASUDER, paylaşılmayan verilerle ilgili uzun listeler hazırlamakta, ancak çalışmalarına cevap alamamaktadır. Bu durum güncel ve dinamik bir salgın kontrolünün de yaşama geçirilmesine engel olmaktadır.

COVID-19 krizi güvenlik politikaları için araçsallaştırılmış ve temel hakları tehdit eden uygulamalara sahne olmuştur. Türkiye’de pandemi yönetiminin tedbir paketleri İçişleri Bakanı tarafından açıklanmıştır. Bunlar “Sokağa Çıkma Kısıtlamaları Genelgesi”, “Yeni Kısıtlama ve Tedbirler Genelgesi” vb başlıklarda, sıra dışı ve istisnai kontrol önlemlerini içermektedir. Tek adam rejimi pandemiyi fırsata çevirmekten hiçbir zaman vazgeçmemekte, pandemi toplumsal muhalefetin önüne set çekme amaçlı kullanmaktadır. Toplumun salgınla başedebilmeye çalıştığı bir dönemde İstanbul Sözleşmesi kaldırılmakta, LGBTİQ’lar hedef gösterilmekte, toplantılar-grevler yasaklanmakta, savaş politikaları artırılarak devam ettirilmekte, doğa talanına yol açan yasal düzenlemeler yaşama geçirilmekte, işçilerin işten atılmasına ve sendikalaşmaya yönelik baskılara göz yumulmaktadır. Tüm bunlara karşı direniş de çok yönlü varlığını güçlendirerek devam ettirmektedir. Ekoloji aktivistleri, kadın mı̈cadelelesi, Boğaziçi Direnişi, yurtsuzlar hareketi vb. yanında yeni sendikalaşan alanlar ile emek mïcadelesi hareketlenmektedir.

Pandemi Evrensel, Salgın Kontrolü Ulusal

Pandemi mücadelesi ne yazık ki ulusal çapta yürütülmektedir. Küresel bir strateji benimsenmiş değildir. DSÖ’ye rağmen üçüncü doz ertelenerek tüm dünya nüfusunun en az bir doz aşı yapılması gerçekleştirilememiştir. Kapitalist dünya, emperyalizmin varlığı bir kez daha sert tokatını insanlığın yüzüne patlatmıştır. Sınıflı toplum, sömürgecilik ve kapitalizmin hareket yasaları, sermayeler arası kızışan rekabet, yükselen aşı diplomasisi vb. bir çok durum pandemi kontrolüne en büyük engelleri teşkil etmiştir. Sermayenin hegemonyasında pandemi kontrolü stratejilerine karşı küresel dayanışmayı öne çıkaran toplum ve doğa yararına bir strateji önümüzde öncelikli görev olarak durmaktadır.

Sağlık Emekçilerinin Mïcadelesi Yeniden Şekilleniyor

Sağlık emekçileri pandemiden en çok etkilenen meslek grupları içindedir. Salgının hastanelerde karşılanması ile artan iş yükleri nedeniyle çok sayıda sağlık emekçisi hastalığa yakalanmış ve hayatını kaybetmıştir. Artan yüke karşı çalışma koşullarını uygun hale getirme çabası bir türlü devreye girmemiştir. Bu durum en somut istifalarla kendini göstermiştir. Yaygın olan ise sağlık emekçilerinin “tükeniyoruz” çığlığı olmuştur. Ne yazık ki bu çığlık sağlık alanında artan işsizlik, atama bekleyen binlerce sağlık emekçisi, asgari ücretin reel olarak erimesi gibi gerçekliklerin varlığı nedeniyle iktidar tarafından önlem alınması gereken bir sorun olarak görülmemiştir. İktidar sağlık emekçilerini muhattap olarak kabul etmemektedir. Pandeminin çalışma alanlarında yeni sorunlara yol açmadığı, mevcut sorunların daha fazla ve daha derin yaşandığı sağlık emekçileri tarafından dile getirilmektedir. Bu sorunlarla nasıl mı̈cadele edileceği kritik bir tercih olarak sağlık emekçilerinin önünde durmaktadır. Bu sorunların “artıp azalması ile mi mücadele edileceği” yoksa “sorunların ortadan kaldırılması için mi mücadele edileceği” yanıtlamamız gereken soru olarak önümüzde durmaktadır. Eğer sorunların düzeyi ile mïcadele yöntemi seçilirse bu, çalışma alanımızda ilk olmadığı gibi son pandemi de olmayacaktır. Örgütlü ve sorunların varlığına karşı koyuş ise pandemilerin çalışma alanlarımızda yaşanmasını engelleyecektir.

“AŞIDAKİ PATENT VE MÜLKİYET TARTIŞMASI DIŞINDA PANDEMİNİN SİYASAL-EKOLOJİK-KÜLTÜREL-EKONOMİK YÖNÜ İLE İLGİLİ ÇOK AZ ŞEY DİLE GETİRİLEBİLMİŞTİR. PANDEMİNİN KONTROLÜ TAMAMEN TIBBİLEŞMİŞTİR”

Bireyselleşen Tepkiler Önemli Gündemdir

Pandemiye zemin hazırlayan kapitalist modernite salgının kontrol altına alınmasına da engeldir. Dahası kapitalizm, yaşadığı çoklu krizi pandemiyi fırsata çevirerek aşma çabası içindedir. Aşıdaki patent ve mülkiyet tartışması dışında pandeminin siyasal-ekolojik-kültürel-ekonomik yönü ile ilgili çok az şey dile getirilebilmiştir. Pandeminin kontrolü tamamen tıbbileşmiştir. Tıbbileşen salgın kontrolü dahi eşitsizlikler ve ayrımcılıklarla devam etmektedir. Bu tabloyu görünür kılma konusunda çabalar oldukça yetersiz kalmaktadır. Salgını kontrol altına alamayan sağlık hizmetleri, bunun müsebbibi neoliberal sağlık reformları toplumun gündeminde değildir.

Tıbbileşen salgın kontrolünde bireyselleşen tepkiler önemli gündemdir. Bunu aşı karşıtlığında, ilaçlarda, sağlık kurumlarına başvurularda, koruyucu önlemlerin kullanımında görmekteyiz. Neredeyse toplumdaki her insan bir sevdiğini COVID-19 nedeniyle kaybetmesine karşın pandeminin kontrol altına alınmasında toplumsal davranış yerine bireyci tutum ve davranışlar ön planda kalmıştır. Hem gerici-muhafazakâr karşı çıkışlar hem kapitalist şirketler ve kapitalist tıbbı hedef alan antikapitalist karşı çıkışlar, hem de özgürlükler üzerinden karşı çıkışlar salgın kontrolündeki önlemler konusunda bir araya gelmiştir. Buna karşın kapitalizmi alaşağı etmeye yönelik bir tutum ve davranış dikkatleri çekmemektedir.

Yol Haritası

Patriyarkal kapitalizme karşı yeni yaşamın inşasına yönelik mücadele pandeminin erken döneminde daha görünürken günümüzde çok daha cılızdır. Bu konuda farklı coğrafyalarda yürütülen mücadelelerin bilgisinin ortaklaşması sağlanamamaktadır. Aşıda toplumsal mülkiyet ve patentin kaldırılması konusunda dahi ortak güçlü bir mücadele yaratılamamıştır.

Sömürge coğrafyalarda çok daha sert geçen salgın, Avrupa’daki salgın kadar gündeme gelmemiştir. Benzer durum Ortadoğuda savaş bölgelerinde, Kıta Afrikasında sert geçen salgına sessizlikte de kendini göstermiştir.

Kamu çalışanları, işçi sınıfının çalışmaya devam etmesi konusunda sermayenin sosyal cinayetlere yol açan stratejisine sessiz kalmıştır. Önlemler konusunda olanakları olan toplumsal kesimler, olmayan toplumsal kesimleri suçlar pozisyonlara yönelmiştir. Bu tutum sendikalar, meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri ve siyasi partilerde dahi kendini göstermiştir.

Pandeminin güncelliği bizleri yeni bir toplumsallığa davet etmektedir. Pandemi kontrolü ve pandemiler çağını karşılamak için toplumsal olarak hareket etmemiz zorunlu gözükmektedir. Bu gerçeklik aynı zamanda radikal değişiklikleri de dayatmaktadır. Sermayenin ve otroiter güçlerin çıkarları değil toplum ve doğa yararının öne çıkartılması gerekmektedir. TTB’nin son genel kurulunda dile getirilen ‘’Kapitalizme, patriyarkaya, ekolojik krizlere, pandemilere karşı toplumsal sağlık mücadelesi’’nin büyütülmesi yaşadığımız gün ve geleceğimiz için bize bir yol haritası sunmaktadır.

Sayı: 7

7 2

Sağlık Turizminde USHAŞ Dönemi Başladı

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, sağlık turizmi kapsamında ülkeleri dışına çıkan yıllık 30 milyon insan trafiğinden söz ediliyor. Dünyadaki sağlık turizmi harcamaları ise yaklaşık 500 Milyar Dolar ile ifade ediliyor.

Bakanlığın 2018 yılı ilk 6 aylık verilerine göre, sağlık turizmi kapsamında Türkiye’ye gelen turist sayısı 178 bine yakın. Bunun çoğu, 178 bine yakını (yüzde 67) özel hastanelere gelmiş, ortalama 56 bini de (yüzde 24) kamu hastanelerini tercih etmiş. Pastanın yüzde 9’unu da üniversite hastaneleri oluşturuyor.

En Çok Başvuru Deri ve Zührevi Hastalıklara

2018 yılı ilk 6 ay medikal turizm kapsamında hizmet alan hastaların geldikleri ilk 10 klinik sırasıyla: Deri ve zührevi hastalıklar, göz hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, tıbbi onkoloji, iç hastalıkları, estetik cerrahi, ortopedi ve travmatoloji, genel cerrahi, kardiyoloji ve son olarak kulak burun ve boğaz.

USHAŞ Yurt Dışında Hastane Açabilecek

Sağlık turizmi, artık sadece özel hastanelerin değil kamunun da gelir kapısı! Geçtiğimiz günlerde yasal mevzuatı tamamlanarak hayata geçirilen Uluslararası Sağlık Hizmetleri Anonim Şirketi (USHAŞ), sağlık turizmine ilişkin politika ve stratejiler üretmek üzere kuruldu. Uluslararası hasta kabul eden işletmelerin hizmet standartları ve akreditasyon kriterleri artık USHAŞ’ın sorumluluğunda olacak; şirket bu konuda Bakanlığa önerilerde bulunacak.

Kamunun bu atılımı ile Türkiye, sağlık turistini sadece kendi ülke hastanelerine kabul etmekle kalmayacak; hastanecilik tecrübe ve birikimlerini yurtdışına taşıyacak.

Yurt dışında sağlık kuruluşu açmak, işletmek, ortaklık kurmak ve iş birliği yapmak gibi faaliyetler USHAŞ tarafından koordine edilecek.

Sağlık turizmi pastasına kamunun da ortak olması özel sektör yatırımcılarını tahmin edileceği üzere pek memnun etmiyor. Gelir kaynağı bir yana bırakılırsa USHAŞ’ın sağlık turizmi yapan hastaneler ve özellikle aracı şirketlere yetkilendirebilecek olması sevindirici bir gelişme… Bu alanda faaliyet gösteren aracı kurumlar yerli turiste bile güven vermekten uzak!

Güneşin Patenti Alınabilir mi?Güneşin Patenti Olmaz!

ekran goruntusu 2021 06 03 123541

PROF. DR. MUZAFFER ESKİOCAK: “ÇOCUK FELCİ AŞISININ MUCİDİ BİLİM İNSANI JONAS SALK’UN KENDİSİNE BU İŞTEN PARA KAZANMAK, PATENT ALMAKLA İLGİLİ RÖPORTAJ SORUSUNA VERDİĞİ YANIT: ‘GÜNEŞİN PATENTİ OLMAZ, GÜNEŞİN PATENTİ ALINABİLİR Mİ?’ ŞEKLİNDE OLDU”

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER), Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK), Türk İmmünoloji Derneği, Türk Farmakoloji Derneği (TFD), Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği (TAHUD), Sağlık İçin Sosyal Bilimler Derneği (SASBİL), Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı (SSYV) ile Türkiye Milli Pediatri Derneği, 31 Mayıs 2021 tarihinde “Türkiye’de Bağışıklama Hizmetlerinin Durumu ve Öneriler” başlıklı bir çevrimiçi panel düzenledi.

TTB Aşı Çalışma Grubu’ndan Prof. Dr. Muzaffer Eskiocak şöyle konuştu:

“Türkiye’de bağışıklama ile ilgili çok başarılı deneyimler var. Bu başarılı deneyimler bize bağışıklama hizmetlerini daha etkin bir şekilde sunabileceğimizin de kanıtıdır. Şimdiye kadar bazı hastalıkların kökünü kazıdık, bazı hastalıkları elimine ettik, çok az görünür duruma getirdik. Bunları korumak için ve covid- 19 salgınını kontrol altına almak için daha etkin bir bağışıklama hizmeti sunmaya ihtiyacımız var.

Sağlığı korumak, sürdürmek, dayanıklılığı artırmak için sağlığın sosyal belirleyicilerinin iyileştirmesi çok önemli ama aşılamayla hastalığın kökü kazınabilir. Mesela çiçek hastalığının kökü kazındı. Bu temel korumada anlayış, insanların risk etmenleri ile hastalıkların kökenleri ile nedenleri ile karşılaşmalarını önlemektir. Yeni bir enfeksiyon hastalığının çıkışını önlemek bağlamında temel koruma için yapabilecek çok şeyimiz var. Hastalıklar da karşılaşmayı önlemek bağışıklama ile direnci arttırmak birincil koruma önlemi olarak önemli! Yeni yeni dile getirilen bizim için de biraz yeni diye söyleyebileceğim bağışıklama ile özellikle bazı hastalıkların grip, pnömokok gibi bazı hastalıkların, eşlik eden hastalıklara eklenmesi ile ölümcül olabileceği bilindiği için erkenden önlem almak yani grip aşısını pnömokok aşısını yaptırmakla ikincil koruma sağlanabilir. Yani hastalık yönetim sürecine erkenden aşıyı yerleştirmekle ikinci korumanın sağlanabileceği bizim için yeni! Buna karşın 2020 sonbaharına girerken grip aşısıyla ilgili epey sorunumuz oldu. Umuyorum ve diliyorum ki bu sene aşı tedariği ile ilgili sorunumuz çözülmüştür ve bu eşlikçi hastalıkların olduğu kişilere bu aşıları yaptırmakta sorunumuz olmaz.

Aşılama Haktır, Aşılanma Ödevdir

Aşılama bir haktır, aşılanma bir ödevdir. 1970’lerden bu yana Dünya Sağlık Örgütü ısrarla diyor ki: Aşıyla, önlenebilir hastalıklardan arınmış bir ortamda doğmak ve büyümek haktır. Bu çocuklar için tanımlanmış bir hak gibi. Ama yaşam boyu bağışıklamaya evrildi Dünya Sağlık Örgütü’nün anlatımı ile. Çünkü aşılama ile sağlık geliştirilir. Sağlık korunur, engellilik önlenir, erken ölümler önlenir, yaşamda kalmaya katkı sağlar.

Aşılanma hakkının sahibi yurttaşlar, sağlayıcısı belli; Devlet aşıyı temin eder, aşıyla ilgili sistemi oluşturur ve dayanışmayı sağlar, aşıyı yapar, yurttaşlar da bu sağlanan hizmeti alır ve dayanışma içinde sağlık örgütüne destek olur. Bağışıklık deyince aslında ya da aşılanma diyince hep dışarıdan bir şey gibi düşünülür ama bağışıklık vücudun bir savunma mekanizmasıdır. Hastalık etkenleri ile baş edebilmek için doğuştan bağışıklık sistemleri harekete geçilir. Hastalanma yoluyla edindiğimiz bağışıklığa doğal bağışıklık diyoruz ama aşılanma ile ilgili edindiğimize de yapay bağışıklık diyoruz.

PROF. DR. MUZAFFER ESKİOCAK: “DOĞAL BAĞIŞIKLIK COVİD-19’DA BİR SÜRELİĞİNE (3- 6 AY) KORUMA SAĞLAR. AŞININ SAĞLADIĞI KORUYUCULUĞUN 6- 7 AY DOLAYINDA OLDUĞUNU BİLİYORUZ. EĞER KİŞİLERİ AŞILARSAK AŞININ TÜRÜNE VE ÖZELLİĞİNE GÖRE DİRENÇLİ OLMASINI, HASTALIKTAN KORUNACAK BİR DİRENCİN OLUŞMASINI SAĞLAYABİLİRİZ”

Covid-19 Aşı ile Önlenebilir

Doğal bağışıklık covid-19’da bir süreliğine koruma sağlar. Bugün için bilgimiz 3- 6 ay arası bir süre! Net olarak bilmiyoruz ama aşının sağladığı koruyuculuğun 6- 7 ay dolayında olduğunu biliyoruz. Eğer kişileri aşılarsak aşının türüne ve özelliğine göre dirençli olmasını, hastalıktan korunacak bir direncin oluşmasını sağlayabiliriz. Ama onun da süresinin 6 – 7 ay ile sınırlı olduğunu söylemek istiyorum. Bunun anlamı şu: Eğer biz bağışıklamayı yaygınlaştırmaz, sürekli kılmaz isek hastaların dirençleri bir süre kaybolacaktır; aşının sağladığı direnç bir süre sonra kaybolacaktır ve tekrar duyarlı olacaktır insanlar… Yani covid-19 hastalığını sürekli toplumda görmek durumunda kalacağız. Oysa biz böyle bir şey istemiyoruz. Bu önlenebilir mi? Teorik olarak mümkün. Çünkü covid-19 aşı ile önlenebilir bir hastalık olarak biliniyor.

PROF. DR. MUZAFFER ESKİOCAK: “BAĞIŞIKLAMA KONUSUNDA ÜLKEMİZ KAZANIMLARINIZIN COVİD-19 SALGINIYLA YİTİRİLMESİNİ İSTEMİYORUZ. BÖYLE BİR ŞEY İÇİN YETERİNCE VE ZAMANINDA AŞI SAĞLAMAYA İHTİYACIMIZ VAR”

Aşılama Deneyimimiz

Ülkemiz deneyiminin bağışıklama ile ilgili kazanımlar sağladığını söylemiştim. Tifüs hastalığı, birinci ve ikinci dünya savaşlarında ülkemizde üretilen aşılarla sorun olmaktan çıktı. 1950’lerin sonunda çiçek hastalığı, sorun olmaktan çıktı. 1998’de son çocuk felci vakasını gördük; bu da sorun olmaktan çıktı. Yenidoğan tetanosu vakaları 2009’dan bu yana eliminasyon düzeyinde! Eliminasyon deyince belli bir sıklığının altına düşürmeyi kast ediyoruz. Çok yakın zamanda Dünya Sağlık Örgütü, 2019 da kızamıkçığın eliminasyonuna dair değerlendirme yaptı. Difteri ve tetanos hastalıklarını da çok az görmeye başladık ve bu hastalıklarla ilgili kontrolün dışında kültürel olarak korumayı başarabildiğimiz koruma kültürünü yerleştirebildiğimizi de ümit ediyoruz. Bağışıklama konusunda ülkemiz kazanımlarınızın covid-19 salgınıyla yitirilmesini istemiyoruz. Böyle bir şey için yeterince ve zamanında aşı sağlamaya ihtiyacımız var.

PROF. DR. MUZAFFER ESKİOCAK: “İNSANLIK ÖLMESİN DİYE, PATENT KALDIRILSIN DİYE EN AZINDAN COVİD-19 AŞILARINDAKİ PATENTİN DÜNYA HALKLARININ AŞIYA ERİŞİMİNİN ÖNÜNDE ENGEL OLMASINI ÖNLEMEK İÇİN ŞU ANDA KAMPANYALAR YÜRÜTÜLÜYOR. EPEY DE MESAFE KAT EDİLDİ”

Güneşin Patenti Olmaz

Yeterince ve zamanında aşı sağlamakla ilgili olarak çocuk felci salgını sırasında keşfedilen çocuk felci aşısını anımsadım; Bunun mucidi bilim insanı Jonas Salk’un kendisine bu işten para kazanmak, patent almakla ilgili röportaj sorusuna verdiği yanıt aklımızda: ‘Güneşin patenti olmaz, güneşin patenti alınabilir mi?’ Bu insanlığın malı ve yaşam hakkı tüm insanlığın; insanlık ölmesin diye artık patent kaldırılsın diye en azından covid-19 aşılarındaki patentin dünya halklarının aşıya erişiminin önünde engel olmasını önlemek için şu anda kampanyalar yürütülüyor. Epey de mesafe kat edildi.

PROF. DR. MUZAFFER ESKİOCAK: “BİLİYORUZ Kİ KENDİ AŞINIZI YAPMIYORSANIZ ŞAYET PARANIZ DA OLSA PAHALIYA DA OLSA AŞIYA ERİŞİMİNİZ ZORDUR. AŞI MİLLİYETÇİLİĞİ OLARAK İFADE EDİLİYOR KİMİ ÜLKELERİN YAPTIĞI… KENDİ İHTİYACININ ÇOK ÖTESİNDE AŞI ALIMI YAPMALARI AYIPLANDI. ANCAK O ÜLKELER KENDİ TOPLUMLARINI BU ARADA AŞILAMIŞ OLDULAR”

Aşı Milliyetçiliği

Aşı üretimi ile ilgili bir kısıtlılık olduğunu hep biliriz. Yeni aşılar için böyle bir kısıtlı olacağını da düşünmek yanlış değil. Öngörü bir miktar bir miktar da zamanla yarış. 19 Kasım 2020 itibariyle dünyada hangi aşılardan, hangi ülkeden kişi başına ne kadar sipariş verildiğini biliyoruz. Biliyoruz ki kendi aşınızı yapmıyorsanız şayet paranız da olsa pahalıya da olsa aşıya erişiminiz zordur. Herkes kendi ülkesinin gereksinimini önceliyor. Eleştirel bir bakışla aşı milliyetçiliği denildi. Kimi ülkeler, kendi ihtiyacının çok ötesinde aşı alımı yaptı ve bu ayıplandı. Ancak o ülkeler kendi toplumlarını bu arada aşılamış oldular. Ellerindeki fazla aşıya da diplomatik değer ekleyerek diplomatik ilişkiyi geliştirmeyi kolaylaştıran bir araç olarak gündeme getirdiler.

Türkiye Aşı Sözleşmesi Yaptı mı?

Türkiye aşı sözleşmesi yaptı mı? Yaptı. UNICEF’in sayfalarında 270 milyon doz aşı sözleşmesi yaptığımız yazıyor. 100 milyon dozu Sinovac aşısı, 90 milyon dozu Pfizer-Biontech aşısı ve 50 milyon dozu Sputnik aşısı olmak üzere… Biontech’in 30 milyonunun opsiyonel olduğu belirtiliyor. Ancak gelen aşı miktarının 27 milyon doz civarında olduğunu söylemek istiyorum. Türkiye sağladığı aşılardan Kıbrıs’a, Libya’ya ve Bosna Hersek’e aşı desteğinde bulundu.

Daha Çok Bilgiye İhtiyacımız Var

Türkiye aşı üretmeye çalışıyor. Türkiye’nin üretmeye çalıştığı klinik aşamada olanlardan 4 aşı var şu anda; Erciyes Üniversitesi’nin geliştirmekte olduğu aşı Faz 2’de gibi görünüyor. Basından Faz 3 de ilgili bilgiyi okumuş idik. Covid-19 aşılamasının hastalığı ve enfeksiyonu önlemede etkilerinin yüzde olarak farklılaştığını biliyoruz. Ancak şimdiye kadarki gördüklerimiz, aşıların ağır hastalık ve ölümü etkilemede daha başarılı oldukları şeklinde! Covid-19 aşısı için Türkiye’deki ölümlerden, en azından sağlıkçı ölümlerinden görüyoruz. Ancak Faz 3 hızlandırılmış aşı uygulaması sonrası izlem sonuçlarının paylaşımıyla ilgili daha çok bilgiye ihtiyacımız var.

Aşılar, ölümleri önlemede etkilidir. Dünya örneklerinden söylemek mümkün; aşı oranları arttıkça yani iki doz aşılaması bitenlerin sıklığı arttıkça ölümler azalıyor. Türkiye’de keskin bir düşüş yok ama yine bu etkiyi görebiliyoruz. Dünya Sağlık Örgütü aşı önceliklendirmesi ile ilgili bir rehber yayınladı. Türkiye de onun üzerinden bir önceliklendirme yaptı, aşılamaya başladı. Hemen hemen tüm ülkelerde yaşlılar ve sağlıkçılar ilk aşılanan gruplar oldu. Aşı sağlama arttıkça diğer fazlara geçilecekti ve ülkeler temin ettikleri aşılar bağlamında da bir aşılama stratejisi yürütecekti.

Ağır hastalık ve ölümleri azaltmak için; yaşlı ve kronik hastalığı olanlara, çalışanlara, virüsle karşılaşma riski yüksek olan ve karşılaştığında ölümcül olacaklara aşı yapmak öncelendi. Ancak bu aşamada normalleşme, covid-19 öncesi yaşama geri dönüş beklentileri olunca aşılamanın kapsamı, derinliği, genişliği farklılaşmaya başlayacak. Hastalığın elimine edilebileceğine yönelik deneyimlerimiz böyle bir strateji de tartıştırmayı uygun görür. Yakınlarda 12 yaşın üstündekilerin de aşılanabileceğine dair Pfizer’in yayınları oldu.

PROF. DR. MUZAFFER ESKİOCAK: “HASTALIK ELİMİNASYONU İÇİN TEK DOZ BİONTECH’İN YAYGIN UYGULAMASI TARTIŞILABİLİR Mİ? NEDEN OLMASIN? ANCAK BÜTÜN BU TARTIŞMALARIN KARAR MEKANİZMASINDA BİLİM İNSANLARININ ARTILARINI, EKSİLERİNİ, ÜLKE OLANAKLARINI, KAYNAKLARINI İYİCE TARTIŞIP AŞI SAĞLAMAYLA İLGİLİ SÜRECİ DE GÖZ ÖNÜNE ALARAK DURUMU BİRLİKTE KARARLAŞTIRMALI VE SÜRECİ YÜRÜTMELİDİR”

Aşılama Stratejileri

Hastalığı elimine etmek için aşılama stratejilerinde değişiklik olur mu? Hemen şunu anımsatmak istiyorum. Kızamık ile baş etmek için aşı etkinliği daha düşük olsa da 9 aylıklara hatta 6 aylıklara kadar yaygın bir aşılama ya da virüs dolaşımını önlemek için ileri yaşlara; kimisi askerler, organize topluluklar dahil, aynı zamanda kısa sürede yoğun bir aşılama söz konusudur… Aynı şekilde çocuk felcinde, bir üst dolaşımı durdurmak için deneyimlerimiz var. Hastalık eliminasyonu için tek doz Biontech’in yaygın uygulaması tartışılabilir mi? Neden olmasın? Ancak bütün bu tartışmaların karar mekanizmasında bilim insanlarının artılarını, eksilerini, ülke olanaklarını, kaynaklarını iyice tartışıp aşı sağlamayla ilgili süreci de göz önüne alarak durumu birlikte kararlaştırmalı ve süreci yürütmelidir.

Aşılamalanın Bölgelere Göre Durumu

Öyle görünüyor ki aşılama tek başına yeterli değil, hele ki aşı sağlamanın kısıtlı olduğu dönemlerde virüs dolaşımını durdurmak için ek önlemlerin, ilaç dışı önlemlerin, mutlaka sıkı bir şekilde uygulanması gerekiyor. 24 Şubat 2021 itibariyle tüm sağlık çalışanları ve 65 yaş üstü için bölgelerimize göre aşı yapılma oranları yüzde 84,5 ile yüzde 54.65 arasında değişiyor. Bu oldukça yüksek bir fark ve bir eşitsizlik tablosu gibi gözümüzün önünde olmalı. Sonradan tamamlanmış olduğunu umarız. Ama bugün için bunu değerlendirebilme şansımız yok. 65 yaş üstü ve sağlık çalışanları aşılamalarının en iyi ve en kötü durumda olduğu bölgeler; Kuzeydoğu Anadolu ve Orta Anadolu bölgesini görüyoruz.

Bugün itibariyle Sağlık Bakanlığının web sitesinde aşıyla ilgili veriler şu şekilde görülüyor: Birinci doz, ikinci doz, toplam doz. Oysa bizim daha çok fazla bilgiye ihtiyacımız var ve ne yazık ki bu bilgiden daha fazlasına ulaşamıyoruz. Birinci doz ve ikinci doz seçimleri eldeki aşı tedarik ve stokuna bağlı olarak farklılaşıyor. Bu farklılaşma kapasitemizin tümünü kullanamadığımızı bize gösteriyor ve yüz kişi başına ne kadar aşı yaptık? Kimi zaman birinci doza kimi zaman ikinci doza ağırlık verdik. Eldeki aşı durumuna göre sinovac ile başladık. Biontech ile devam ediyoruz. Aşılamayla ilgili çalışmalarımızın nasıl bir yöne evrileceğini Haziran ayı içinde net olarak göreceğiz. Eliminasyon için birinci dozu mu ya da ölüm riski, bulaşma riski yüksek olanların aşılanacağı bir ve ikinci doz aşıları tamamlayacağı bir süreci seçeceğiz? Bunu bilemiyoruz ama bu karar alma sürecine toplumun, bilim insanlarının, uzmanlık derneklerinin katılması ne kadar iyi olur diye söylemeden edemeyeceğim.

Aşı Sonrası Yan Etkiler

Aslında aşıya devamsızlığı konuşmak isteriz. Aşıya devamsızlığı konuşacak bir veri elimizde yok. Aşı sonrası yan etkiler de ilgili çok konuşuldu. Hemen şunu söylemek istiyorum; Manisa Celal Bayar Üniversitesi verilerini paylaştı. Sanko Üniversitesi paylaştı ve İstanbul Tabip Odası online bir çalışma yaptı. Onun verilerini sunacağım. Yan etki görülme sıklığı benzer… Birinci aşıdan ikinci dozdan sonra yüzde 30’larda en çok görülen yakınma ağrı, sistemik hastalık ya da sorun olarak da baş ağrısı, yorgunluk, kas ağrısı… Ancak hekime gitme, bir sağlık kurumuna başvurma ihtiyacı yüzde birden daha az! Yani endişelenildiği gibi bir aşı sonrası istenmeyen etki görülmedi.

PROF. DR. MUZAFFER ESKİOCAK: “HASTANELERE EK OLARAK İŞYERİ SAĞLIK BİRİMLERİNDE DE AŞI YAPILABİLMELİ. ÇÜNKÜ YENİ BİTEN KAPANMA DÖNEMİNDE 16 MİLYON DOLAYINDA İNSAN ÇALIŞMAYA DEVAM ETTİ. ÇALIŞANLARIN COVİD-19’A KARŞI KORUNMASI İLE İLGİLİ MUTLAKA YAPACAK ÇOK ŞEYİMİZ OLMALI!”

Aşı Kararsızlığı

Aşı kararsızlığı ülkemizde bir sorun idi. Rutin aşılama için gittikçe büyüyen bir sorun idi. Covid-19 aşılamasıyla ilgili dünyada bir sorun bekleniyor gibi ancak zaman içinde azaldığını görüyoruz. Türkiye’de kamuoyu anketlerinde soruluyor; aşı kararsızlığını önlemek güven sağlayan bir sağlık çalışanı ilişkisi ile olur. Yani hizmetin sürekliliği güven sağlar. O güven aşı kararsızlığını önler. Covid-19 aşılamasına karşı kararsızlığın en yüksek olduğu yaş grupları 25 – 44 yaş grubu… Bunlar aynı zamanda üretimde olanlar. Öyle olunca da bizim özel bir çalışma yürütmemiz gerekecektir. Yüksekokul ya da daha fazla eğitimde olanlar için kararsızlığın az olduğunu söylemek yanlış değil. Bilgi, kararsızlığı önlüyor. Kararsızlık zaman içinde azalıyor mu? Evet. Tıp öğrencilerinde de yapılmış bir çalışmaya göre, Ankara Tıp’tan bu öğrencilerin de yüzde 11’i kararsızmış; etkin bir bilgilendirme ile hocalarının bunu çözeceklerini biliyoruz.

Hastaneler bu dönemde aşı yapmak için tek bir hizmet sunum birimi olarak devreye girdi. Çok iyi de oldu. Çok da iyi bir kararla girildi. Ancak sadece hastanelerle yetinilmemeli; işyeri sağlık birimlerinin de süreç içinde değerlendirilmesi çok önemli olacaktır. Çünkü yeni biten kapanma döneminde 16 milyon dolayında insan çalışmaya devam etti. Çalışanların covid-19’a karşı korunması ile ilgili mutlaka yapacak çok şeyimiz olmalı!

Yaşam boyu bağışıklama deyince özellikle grip aşısı, gebelerde domuz gribi döneminden öğrendiğimiz bir ölümcüllük durumu, var. Grip aşısı gibi aşı takvimine eklendi ama etkin bir şekilde yürütülmesi için daha çok şey yapılması gerekiyor. Grip aşısı pnömokok aşısı 65 yaş üstü yurttaşlarımız için geri ödeme kapsamındadır. Ancak bunun da erişiminin güç olduğunu biliyoruz. Aşı sağlama ile ilgili güçlük olduğunu biliyoruz. Bunu hem sağlık çalışanlarının hem Sağlık Bakanlığı’nın geliştirmek için epey yol kat etmesi gerekecek.

Enfeksiyon Zincirini Kırmak Gerekli

Toplum bağışıklığı bu dönemde çok konuşuldu. Toplum bağışıklığını özellikle enfeksiyon zincirini kırmak gerekli. Salgın var, aşılamayla ilgili sorunumuz var. Toplum bağışıklığı sağlayacak düzeyde aşının birinci dozunun yapıldığı il sayısı 54. İkinci doz aşının yapıldığı yani enfeksiyon zincirini kırabilecek düzeyde olduğu il sayısı sadece 20. Yapmamız gereken şey yaşlılarda grip aşılaması… Bu oran Türkiye’de yüzde 7 civarında ve çok artırmamız gerekiyor. Hem covid-19 olmadan önce hastalığın ölümlere, yoğun bakım gereksinimine katkısını önlemek için bu aşıya ihtiyaç var. Hem covid-19 hem grip sorunuyla karşılaşmamak için 2021 sonbaharına hazırlık özel bir önem taşıyor.

Aşı Haberciliğinde Özenli Davranış

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayanlar için güvenli yaşama, çalışma ve eğitim ortamı sağlamamız gerekiyor. Salgını sürdürülebilir kılma yerine elimine etme politikası tercih edilmeli. Bunlar için: Sağlığı geliştirme ve koruma hizmetlerinin canlandırılması, sürdürülmesi, aşılama ivmesinin arttırılması, aşılamada eşitsizliğin giderilmesi, toplumun salgın yönetimi sürecine katılımının sağlanması, bilimsel rehberlik, kamusal sorumluluk, aşı haberciliğinde özenli davranış sergilemek benimsenmelidir.

Ne var ki, Covid‐19’a karşı aşılama, yaşama hakkını sürdürmede gerekli ancak yeterli değildir. Yürütülmekte olan diğer halk sağlığı girişimlerinin (evde kalma, diğer insanlarla arada koruma mesafesi bırakma, el yıkama ve maske takma) güçlendirerek sürdürülmesi şarttır. Kimseyi yaşamsal gereksinimlerini karşılamak için hastalıkla maruz kalma ve yayma riski arasında seçim yapma durumunda bırakmadan virüsle karşılaşmanın önlenmesi ve eşitsizlik mağdurları yaratmadan toplum bağışıklığı sağlayacak ve sürdürecek bir aşılama sağlanmalıdır.

Aşı Savunma Etkinlikleri

Aşıya yönelik kararsızlık, aşılamamada kararsızlık oluşmayacak ya da önlenebilecek bir platforma gönüllü bir katılımla olur. Ancak tabii kurumsal bir katılım, görevlendirilmiş temsilcileri aracılığıyla yürütülür ve sonuçta bu platformda çalışacak olanların ilaç endüstrisi ile yani birilerinin kar amacı ile ilişkilerinin olmadığını beyan etmeleri gerekir. Hükümet de dahil olmak üzere bilim dışında bir yönlendirmenin etkisi altında olmadıklarını beyan etmeleri gerekiyor.

DR. VEDAT BULUT: “REFİK SAYDAM HIFZISIHHA ENSTİTÜSÜNÜN BUGÜN OLMAMASININ BEDELİNİ ÇOK AĞIR BİR ŞEKİLDE ÖDÜYORUZ. REFİK SAYDAM HIFZISIHHA ENSTİTÜSÜ YENİLENMİŞ OLSAYDI, TEKNOLOJİSİYLE DÜNYADAKİ AŞI TEKNOLOJİLERİ İLE BAŞAT ÇALIŞMA YÜRÜTMÜŞ OLSAYDI, BUGÜN BU SORUNLARI YAŞAMAYACAKTIK”

Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri ve İmmünoloji Uzmanı Dr. Vedat Bulut şunları kaydetti:

“Şunu belirtmem gerekir ki Türkiye çok köklü bağışıklama hizmetleri geçmişine hafızasına sahiptir… Ancak neoliberal saldırılarla 1980 sonrasında pek çok değişim yaşadık. Nitekim Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsünün bugün olmamasının bedelini çok ağır bir şekilde ödüyoruz. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü yenilenmiş olsaydı, teknolojisiyle dünyadaki aşı teknolojileri ile başat çalışma yürütmüş olsaydı, bugün bu sorunları yaşamayacaktık. En azından tedarik ile ilgili kendi aşımızı üretecektik. Bununla ilgili insan kaynağı var Türkiye’de. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsünün tekrar gündeme getirilmesi ve iyi bir teknoloji ile aşı üretir hale getirilmesinin önemi görülüyor.

Aşı kararsızlığıyla ilgili tabii ki insanların ayağına aşıyı götürmek, aşıya insanları çağırmamak gerekiyor. Bununla ilgili pek ülke çok güzel örneklemeler yaptılar. Karavan sistemleri, mobil ünite sistemleri ile aşıyı insanlara götürdüler. Bizler de bunu yapabiliriz. Geçmişte yaptık, yine yapabiliriz.

DR. VEDAT BULUT: “TÜRKİYE’DE AŞI ÜRETİMİNİN YANI SIRA AŞILAR KALİTE KONTROLÜYLE İLGİLİ SORUN VAR; HERKES BUNUN FARKINDA. ÖRNEĞİN, YURT DIŞINDAN GETİRİLEN AŞILARIN İÇERİKLERİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR HALK SAĞLIĞI KURUMUNDA TAM OLARAK YAPILIYOR MU? TTB’YE BUNUNLA İLGİLİ BİLGİLENDİRME YAPILMIYOR”

Türkiye’de aşı üretiminin yanı sıra aşılar kalite kontrolüyle ilgili sorun var; herkes bunun farkında. Örneğin, yurt dışından getirilen aşıların içerikleri ile ilgili çalışmalar Halk Sağlığı Kurumunda tam olarak yapılıyor mu? TTB’ye bununla ilgili bilgilendirme yapılmıyor. Halbuki giren her ilacın etken maddesinin incelenmesi gibi aşıların da ne kadar antijen içerdiğinin kesinlikle ortaya konulması gerekiyor. Bu da bir endişe yaratıyor. Aşı karşıtşığının temel nedeni Sağlık Bakanlığında şeffaf veri paylaşmının olmaması! Bugün Türk Tabipleri Birliği, Diş Hekimleri Birliği, Eczacılar Birliği bunlarla şeffaf veri paylaşılmıyor, bu da pandeminin en başından bu yana başarısızlığın bir nedeni! Toplumda güven sağlamadıkça paydaşlarla birlikte çalışmadıkça pandemi ile mücadele edilemiyor ve bağışıklama hizmetleri aksıyor. Covid- 19 döneminde diğer aşıların da hem tedarikinin ne hem uygulamalarının aksadığını gördük. Türkiye’nin 1980’ler öncesinde olduğu gibi yüzde 14 – 15’lik bütçeleri halk sağlığına pay etmesi gerekli. Birinci basamak sağlık hizmetleri öncelenmeli, aile sağlığı merkezleri son derece desteklenmeli. Çünkü temel orada! Pandemide başarısız olmamızın nedeni birinci basamak hizmetlerinin aksatılması, aşı üretiminin aksatılması… . İnsan kaynağımız var, teknolojiyi Türkiye’ye kurmak lazım. Bunun için de yatırım bedelleri ve projeler Sağlık Bakanlığında var. Bu projeleri UYGULAMALARINI BEKLİYORUZ.”

PROF. DR. ALPAY AZAP: HİÇBİR HASTALIKTA BU KADAR ÇOK ÇEŞİTLİ AŞI YOK! DÜNYA TARİHİNDE OLMADI. BİR HASTALIĞI ÖNLEMEK İÇİN ÇOK FARKLI, NEREDEYSE 15 AYRI TEKNOLOJİ İLE GELİŞTİRİLMİŞ VE KLİNİK, DENENME AŞAMASINDA OLAN AŞILARI DA HESABA KATARSANIZ 120’YE YAKIN AŞI VAR”

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap şöyle konuştu:

PROF. DR. ALPAY AZAP: BAĞIŞIKLAMA HİZMETLERİNİN YAYGINLAŞTIRILMASINDA YAŞANAN EKSİKLİKLER NEDENİYLE KAPSAYICILIĞIN DÜŞÜK OLMASI ÖNCEDEN DE BİR SORUNDU. AMA COVİD-19 PANDEMİSİ BU SORUNU DAHA GÖRÜNÜR HALE GETİRDİ”

“TTB bünyesinde bir aşı çalışma grubu oluşturmuştuk. Çünkü bağışıklama oranlarının düşüklüğü, gerek toplumdaki aşıya karşı olan tereddüt gerekse bağışıklama hizmetlerinin yaygınlaştırılmasında yaşanan eksiklikler nedeniyle kapsayıcılığın düşük olması önceden de bir sorundu. Ama covid-19 pandemisi bu sorunu daha görünür hale getirdi ve bize bir takım fırsatlar da sundu. Hem toplumun ve yöneticilerin gündemine bu bağışıklama konusunun girmesini sağlamış oldu hem de insanlar ciddi bir hastalık söz konusu olduğunda bağışıklamanın, aşıların ne kadar önemli olduğunu fark etmiş oldular. Şöyle bir sıkıntımız var: Şu an yaygın çocukluk çağı aşılaması sayesinde, eskiden çok sayıda insanın özellikle çocukluk çağında ölümüne sebep olan hastalıkları görmez olduk. Difteriyi hiç görmüyoruz, 25 yıllık meslek hayatımda bir tane difteri vakası ile karşılaştım örneğin… Tetatnozu çok az, kızamığı çok az görüyoruz. İnsanlarımız da bu hastalıkları görmedikleri için bu aşıların neden gerekli olduğu anlayamıyorlardı. Coronavirüs salgını aslında bize bu açıdan faydalı oldu. Bu hastalıkları aşılar olmadan önlemenin neden zor olduğunu anlatabilme şansımız oldu. Bunu bir fırsat olarak görmek lazım ve bu sayede de insanların aşıya genel anlamda bağışıklama hizmetlerine karşı tereddütünü de giderebilmek gerekiyor.

PROF. DR. ALPAY AZAP: “ÇOK FAZLA ÇEŞİTLİLİKTE VE ÇOK MİKTARDA COVİD-19 AŞISI OLMASI BİR YANIYLA İYİ BİR ŞEY BİR YANIYLA DA KAFA KARIŞTIRICI! BU SEFER DE AŞI TEREDDÜTÜNE EK OLARAK İNSANLARDA HANGİ AŞIYI OLMALARI GEREKTİĞİ SORGUSU, GÜVENİLİRLİK KAYGISI OLUŞUYOR”

Erişkinde 16 Ayrı Hastalık için Aşılama

Dernek olarak şöyle bir sorunla mücadele ediyorduk: Aşıların genellikle sadece çocuklar için gerekli olduğunu düşünüyor toplum… Bir kısmı zaten yeni aşılara tereddütlü ama ‘aşılar iyidir’ diyenler de ‘Çocuk aşı olur erişkin niye aşı olsun’ noktasında! Halbuki erişkinde de 16 ayrı hastalık için aşılamanın gerekli olduğunu biliyoruz ve bunu anlatmakta zorlanıyorduk.

Aşıya karşı tereddütte önemli olan konulardan bir tanesi de risk algısı! Hastalığın ne kadar riskli olabileceğini çok bilmediği zaman insanlar, aşının da gerekli olmadığını düşünebiliyorlar. O yüzden aşı yapmak istediğimiz aşı ile elimine etmeye çalıştığımız hastalığın nasıl bir risk oluşturduğunu gerek bireyler açısından gerekse toplum açısından insanlara çok iyi anlatılması gerekiyor. Dernek olarak biz de bu konuda epeyce çalışma yapmıştık. Şimdi böyle bir platformda bu çalışmaların birleştirilmesi, iş birliğine gitmek aslında çok çok faydalı olacak diye düşünüyoruz.

Şaşkınlık İçerisindeyiz

Coronavirüs aşısı ile ilgili birkaç şey söylemem gerekirse; enfeksiyon hastalıkları ve klinik mikrobiyoloji uzmanı olarak büyük bir şaşkınlık içerisindeyiz. Şaşkınlığımız şudur: Hiçbir hastalıkta bu kadar çok çeşitli aşı yok! Dünya tarihinde olmadı. Bir hastalığı önlemek için çok farklı, neredeyse 15 ayrı teknoloji ile geliştirilmiş ve klinik, denenme aşamasında olan aşıları da hesaba katarsanız 120’ye yakın aşı var. Önümüzdeki bir yıl içinde kullanıma girecek… Bir yandan baktığımız zaman iyi bir şey… Çok fazla çeşitlilikte ve çok miktarda aşı olması… Bir yanıyla iyi bir şey bir yanıyla da kafa karıştırıcı bir şey! Bu sefer de olan aşı tereddütüne ek olarak insanlarda hangi aşıyı olmaları gerektiği sorgusu, güvenilirlik kaygısı oluşuyor. Pandemi koşullarında en hızlı şekilde aşı geliştirebilmiş olmak için pek çok farklı ekibin çalışması doğal karşılanabilir ama muhtemelen bu hastalık bizde önümüzdeki yıllar içerisinde toplumlarda dolaşmaya devam ettiği yıllarda bir sadeleşme olacaktır; olması gerekir diye düşünüyoruz. Bu aşı üretim kapasitesini arttırmak için de gerekli görünüyor.

Aşının olması iyi bir şey! Aşı üretim kapasitesinin de arttığını görüyoruz. Nisan ayı başlarında dünya genelinde 6 ila 7 milyon arası günlük aşı dozu uygulanabilirken örneğin Mayıs ayının sonlarına doğru bu günde 40 milyon doz aşıya çıktı. Böyle olunca da dünyada kitle bağışıklığını sağlayabilmek için gerekli süre de bir yılın altına düştü. Yani önümüzdeki bir yıl içerisinde bu hızla gidilebilir ise dünya genelinde bir kitle bağışıklığını aşılarla sağlamak mümkün olabilecek gibi görünüyor. Yalnız ciddi anlamda ülkeler arasında eşitsizlik var.

Bugüne kadar, Mayıs ayı sonu itibariyle söylüyorum, dünya yerinde uygulanan coronavirüs aşıların sadece binde 3’ü yoksul ülkelerde uygulanmış durumda! Bu ülkelere de aşıların ulaştırılması gerekiyor. Gerek dünya genelinde gerek ülkeler bazında aşılama kapsayıcılığının düşük olduğu aşıların ulaştırılamadığı grupların, toplulukların iller veya ülkelerin olmasının şöyle önemli bir sorunu var: Bu virüs, değişime uğrayarak aşılanmamış topluluklarda hastalık yapmaya devam edecek… İşte bugün için 4 önemli varyantı konuşuyoruz, değişime uğramış virüsü konuşuyoruz. Bunlar değişimine devam ederek şimdi aşıdan belki kaçamıyorlar, biraz etkisi azalıyor aşıların ama hala aşılar etkili ama yakın gelecekte şu ana kadar kullanılan aşılardan tamamen kaçabilecek virüsler çıkabilir. Belli bir bölgede, coğrafyada çıkabilir; oradan hızla dünyaya yayılabilir ve böylelikle bugüne kadar yapılmış aşılar, yeni baştan, bu yeni virüse karşı tekrar insanlara uygulanmak zorunda kalabilir. Bu bize şunu söylüyor: Coronavirüsü yenmek istiyorsak tüm dünyada ve ülkeler içerisinde de her topluluğa aşıyı hızlı ve eşit bir şekilde ulaştırmak gerekiyor.

PROF. DR. ALPAY AZAP: “AŞIYA KARŞI TEREDDÜTTE ÖNEMLİ OLAN KONULARDAN BİR TANESİ DE RİSK ALGISI! HASTALIĞIN NE KADAR RİSKLİ OLABİLECEĞİNİ ÇOK BİLMEDİĞİ ZAMAN İNSANLAR, AŞININ DA GEREKLİ OLMADIĞINI DÜŞÜNEBİLİYORLAR”

Şili Örneği

Türkiye, tekrar önlemlerin gevşetilmesi noktasına gidiyor. Orada da şu şöyle bir endişemiz var: Türkiye aşı temini sorununu çözecek gibi görünüyor. Önümüzdeki birkaç ay içerisinde aşı gelecek; Türkiye’deki bağışıklama meselesini çözecekmiş gibi durmakla beraber Şili’nin yaşadığı örneği hatırlatmak istiyorum. Şili aslında dünyada aşılama konusunda en önde giden ülkelerden biri oldu. Buna rağmen olgu sayıları kontrol altına alınamadı. Bunda şu etkili oldu: Bu aşıların gelmesi ve çok kişiye uygulanması ile beraber insanlarda bir rahatlama söz konusu oldu ve tek doz aşının dahi yeterli olabileceği fikri oluştu. Orada iyi bir risk algısı yönetimi, kriz yönetimi yapılamadı, insanlar doğru bilgilendirilmedi ve bunun sonucunda da o kadar yapılan aşıya rağmen çok sayıda hastalık ve ölümler yaşandı. Şimdi biz de hızlı bir aşılamaya başlayacakken bu konuya dikkat etmeliyiz.

Aşıyla beraber diğer stratejileri kullanmak kaydıyla aşıları başarıya götürebiliriz yoksa hastanın da ulaşmasını engelleyemediğimiz her durumda yeni varyantlar çıkarak bizim aşılama çabamızı boşa çıkarabilecektir.”

Aşı Üretim Kapasitesi Sorunu

DR. İSMAİL MERT URAL: “PROBLEM AŞIYI BULMAKTA DEĞİL! ŞU ANDA HIFZISIHHA ENSTİTÜSÜNÜN ROLÜNÜ ÜNİVERSİTELER BELLİ BİR ORANDA KARŞILADILAR. İSTEDİĞİMİZ KADAR AŞI BULALIM, FABRİKASYON AÇISINDAN BUNU ÜRETECEK KAPASİTEDE DEĞİLSEK BUNDAN YETERİNCE FAYDA SAĞLAYAMAYACAĞIZ”

Türk Farmakoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. İsmail Mert Ural şöyle konuştu:

“Epidemiyoloji açısından baktığımızda iki sorun yaşıyoruz: Bir tanesi ilaca erişim kısıtlılığı! İlaca erişimdeki sorunlar, pandemi döneminde aşıya erişimdeki sıkıntı olarak karşımıza geldi. Uzun yıllardır dünyada bir ilaca erişim problemi vardı. Bununla ilgili Dünya Sağlık Örgütü çok fazla çalışma yapmıştır. Aşıya erişimde ileriki dönemde ilaca erişim kadar sorun yaşamayacağımızı düşünüyorum. Pandemi sonlandırılamazsa tüm dünya belli oranda aşılamaya ulaşamazsa pandemi sonlanamayacak ve belki de ve yeni suşlarla karşılaşacağız. Bu noktada sosyo ekonomik yönden başarılı ülkeler hala risk altında olacak.

mRNA aşısını üretebilecek dünyada kaç merkez var? Patentin kırılmasının akut dönemde çok önemli bir katkısı olacak mı bilmiyorum. Türkiye üretim açısından fena durumda sayılmaz! Özellikle eşdeğer üretim kapasitesi ve eşdeğer üretici firmaları ile ilaç üretip ihraç edebilen bir ülke. Aşı konusunda problem, aşıyı bulmakta değil! Şu anda Hıfzısıhha Enstitüsünün rolünü üniversiteler belli bir oranda karşıladılar. Birçok çalışmalarımız var. Bu noktada Türkiye için en kritik nokta faz 3’ü tamamladıktan sonra yeteri derecede üretmek yani fabrikasyon çok önemli olacak. İstediğimiz kadar aşı bulalım, fabrikasyon açısından bunu üretecek kapasitede değilsek bundan yeterince fayda sağlayamayacağız. Fabrikasyon üretimde devletin olmaması gerektiğini düşünüyorum. Devlet sadece denetleyici olarak yer almalı. hem üretimi hem denetimi devletin kendisinin yapması çıkar çatışması yaratacaktır. . Özel sektör teşvik edilerek üretim kapasitesi arttırılmalı!”

DR. ŞEHNAZ HATİPOĞLU: “ÇOK UĞRAŞTIĞIM HALDE BEN DE KENDİ POPÜLASYONUMDA 65 YAŞ ÜSTÜ NÜFUSUN YÜZDE 50 – 60’INI AŞILAYABİLDİM Kİ 65 YAŞ ÜSTÜ NÜFUSUM 680’LERDE.. COVİD PANDEMİSİ BAŞLAR BAŞLAMAZ ISRARLA AŞI YAPMAK İSTEDİĞİM HALDE AŞIYI REDDEDEN KİŞİLER BİLE KOŞARAK GELDİ. BU BİR KAZANIM SAYILIR BENCE”

Covid-19 Salgını ile Aşıda Kazanımımız Oldu

Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Şehnaz Hatipoğlu şunları kaydetti:

“2016’ya kadar bağışıklama denildiğinde hep bebek aşılamaları ön plana çıkıyordu ama 2016’dan sonra Bakanlığın yayımladığı bir genelge ile erişkin bağışıklamaya da önem verilmeye başlandı. Fakat erişkinler kendilerinin aşılanmasını lüzumsuz olarak gören bir algıya sahip oldu; çok uğraştığım halde ben de kendi popülasyonumda 65 yaş üstü nüfusun yüzde 50 – 60’ını aşılayabildim ki 65 yaş üstü nüfusum 680’lerde.. Covid pandemisi başlar başlamaz ısrarla aşı yapmak istediğim halde aşıyı reddeden kişiler bile koşarak geldi. Bu bir kazanım sayılır bence.”

Şehir Hastaneleri Pandemide Sınıfta Kaldı

ekran goruntusu 2021 06 03 122755

“ŞEHİR HASTANELERİNİN KAPALI ALANININ FAZLA, KORİDORLARIN UZUN VE BİRBİRİNDEN UZAK OLMASI NEDENİYLE ENFEKTE HASTALARIN NAKLİ AÇISINDAN SORUN YAŞANMAKTADIR. HASTANELERİN BÜYÜK, YATAK SAYISININ FAZLA OLMASI, REFAKATÇİ SAYILARININ FAZLALIĞI NEDENİYLE BULAŞ RİSKİ ARTMAKTADIR”

Türk Tabipleri Birliği Şehir Hastaneleri İzleme Grubu “Pandemide Şehir Hastaneleri” konulu yaptıkları anket sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı. Bu çalışma 1 Şubat 2021 ile 1 Nisan 2021 tarihleri arasında online gerçekleştirildi. Türk Tabipleri Birliği Yönetim Kurulu 2. Başkanı Doç. Dr. İhsan Ökten, sonuçları aktardı.

Anket formunda pandemide şehir hastanelerinde çalışma koşullarının öğrenilmesi hedeflendi. Çalışan sağlığı ve güvenliği, sağlık çalışanlarının özlük hakları, sağlık hizmet sunumu, hasta güvenliği, kaynak kullanımı ve yönetimi başlıkları altında 39 soru yöneltildi. Ankete 230 kişi katıldı.

Sağlık Bakanlığınca açıklanmış şehir hastanelerinde çalışıyor olma kriterlerine uyan 185’i hekim 34’ü sağlık çalışanı olmak üzere 219 kişi çalışma kapsamına alındı 13 şehir hastanesinin 11’inden (Ankara Bilkent, İstanbul Başakşehir Çam ve Sakura, Adana, Bursa, Manisa, Yozgat, Mersin, Eskişehir, Tekirdağ, Konya, Kayseri) gelen sonuçlar çalışmaya alınırken Isparta Elazığ Şehir Hastanelerinden yanıt gelmedi.

Enfekte Kişi Sayısı Net Bilinmiyor

Sağlık çalışanlarının %76’sı çalıştıkları hastanede Covid-19 nedeniyle yaşamını yitiren en az 1 sağlık çalışanı olduğunu belirtti. %79’u hastanelerinde Covid-19 enfeksiyonu geçiren kişi sayısı hakkında tam bilgilerinin olmadığını ifade etti. Sağlık çalışanlarının %49’u özellikle pandeminin başında kişisel koruyucu ekipman tedarikinde sorun yaşadıklarını %70’i pandemi döneminde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin sağlık hizmeti sunumu açısından denetim yapılmadığını ifade etti.

Yoğun Bakımlara Ek Yatak

%92’lik bir grup servis veya yoğun bakımlara ek yatak konulma gereksinimi doğduğunu belirtirken %70 oranında katılımcı sağlık çalışan sayısının değişmediğini %90’i pandemi süresince çalışanlar arasında planlama değişikliğine gidildiğini belirtti.

İşten Ayrılmak veya Emekli Olmak

Katılımcıların  %96’sı tükenmişlik sendromu yaşadığını %44’ü pandemi başladıktan sonra çalışan sağlığı ve güvenliğine ilişkin sorunlar nedeniyle işten ayrılmayı veya emekli olmayı düşündüklerini ifade etti.

“ŞEHİR HASTANELERİNİN MÜKEMMELİYET MERKEZİLERİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR. ÖZELLİKLE KASIM – ARALIK VE MART –  NİSAN AYLARINDA PANDEMİNİN PİK YAPTIĞI DÖNEMLERDE ŞEHİR HASTANELERİ İHTİYACA YANIT VERMEMİŞTİR”

Hak Kaybı Yaşandı

Anketi yanıtlayanların %30’u pandemi dönemindeki performans ödemelerinin azaldığını %42’si arttığını ifade etti. Hastalanan sağlık çalışanlarının hak kaybı olduğunu ifade edenlerin sıklığı %57 oldu. Pandemi döneminde %73’ü polikliniklere ayaktan başvuruların azaldığını %42’si yatan hasta sayısının azaldığını %49’u acil başvuruların arttığını ifade etti.

Hastanelerin Mekansal Büyüklüğü

Sağlık çalışanlarının %44’ü şehir hastanelerinin mekansal büyüklüğünün pandemi sırasında sağlık hizmetlerinin sunumunu olumsuz etkilediğini belirtti. Sağlık çalışanlarının %56’sı pandemi sırasında Enfeksiyon Kontrol Komitesinin toplandığını %41’i toplanmadığını ifade etti.

“ŞEHİR HASTANELERİ AÇILAN ŞEHİRLERDE KAPATILAN HASTANELER AÇILMALIDIR. ŞEHİR HASTANELERİ TOPLUM SAĞLIĞI İÇİN UYGUN PROJELER DEĞİLDİR,  BU PROJEDEN EN KISA ZAMANDA VAZGEÇİLMELİDİR”

Enfekte Hastaların Nakli Sorunu

Sağlık çalışanlarının %30’u sterilizasyon ve dezenfeksiyon hizmetlerinde sorun yaşadığını bildirdi. Sağlık çalışanlarının %72’si şehir hastanelerinin kapalı alanının fazla, koridorların uzun ve birbirinden uzak olması nedeniyle enfekte hastaların nakli açısından sorun oluştuğunu belirtti. Sağlık çalışanlarının %63’ü hastanelerin büyük, yatak sayısının fazla olması, refakatçi sayılarının fazlalığı nedeniyle bulaş riskinin arttığını ifade etti.

Hastanelerin Şirketler Tarafından Yönetilmesi

Katılımcıların %82’si şehir hastanelerinin şehir dışında olması nedeniyle hastaların toplu taşıma araçlarıyla uzak mesafe kat ettiklerini ve bunun da enfeksiyon riskini arttırdığı şeklinde yanıt verdi Çalışanların %80’i hastane pencerelerinin açılmadığını bildirdi, sağlık çalışanlarının %54’ü şehir hastanelerinin şirketler tarafından yönetilmesinin salgın döneminde hizmet sunumunu olumsuz etkilediğini %93‘ü şehir hastanelerini yöneten şirketlere yapılan hizmet ödemelerinde artış olup olmadığına dair bilgileri olmadığını ifade etti.

Anket Sonuçları

Türk Tabipleri Birliği Yönetim Kurulu 2. Başkanı Doç. Dr. İhsan Ökten anket sonuçlarını şöyle değerlendirdi:

“Şehir hastanelerinin pandemide mükemmeliyet merkezileri olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Özellikle Kasım – Aralık ve Mart –  Nisan aylarında  pandeminin pik yaptığı dönemlerde şehir hastaneleri ihtiyaca yanıt vermemiştir. Şehir hastaneleri açılan şehirlerde kapatılan hastaneler açılmalıdır. Bu dönemde sağlık sisteminin çöküş noktasına gelmesi ancak sağlık çalışanlarının 24 saat özveriyle ve canla başla çalışmaları ile salgındaki felaket tablosunun daha da büyümesi önlenmiştir.  Bu sonuçlar bir kez daha göstermektedir ki şehir hastaneleri toplum sağlığı için uygun projeler değildir,  bu projeden en kısa zamanda vazgeçilmesi hem sağlık sistemini hem de geleceği ipotek altına alınan ülke ekonomisi için çok daha faydalı olacaktır.”

Hekimlerin İstifa Hakkı Vardır

52

“HEKİMLERİN İSTİFA HAKKI VARDIR. HEKİMLERİN İSTİFA HAKLARINI KULLANMALARINI ÖNLEMEK İÇİN İDARENİN KANUNA AYKIRI EYLEMLERİ SUÇ TEŞKİL EDER. KANUNA AYKIRI EMRE UYULMAMASININ DA DEVLET MEMURLARININ YÜKÜMLÜLÜKLERİ ARASINDA OLDUĞU UNUTULMAMALIDIR”

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi tarafından açıklamada, görevden istifanın kanun ile verilmiş bir hak olduğu vurgulanarak şunlar kaydedildi:

Devlet Memurları Kanunu’nun amaçlarından biri “Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmak”tır. Kanun ile getirilen sistem, kamudaki diğer sözleşmeli çalışma biçimleri ve İş Kanunu’na göre yapılan çalışma biçimlerinden bu güvence sayesinde farklılaşmaktadır. Devlet Memurları Kanunu’na göre esas olan güvencedir, disiplin cezası olarak belirlenen devlet memuriyetinden çıkarılma dışında esas olan memurun kendisinin işi bırakması, yani istifa etmesidir. Kanunda kısıtlı olarak sayılan kimi durumlarda da memurun müstafi sayılması yani çekilmiş sayılması benimsenmiş, ancak burada da işveren olarak idarenin iş akdini sonlandırma iradesi esas alınmamıştır.

Kanunun 20. maddesine göre; “Devlet memurları, bu kanunda belirtilen esaslara göre memurluktan çekilebilirler”. İstifa kanun ile verilmiş bir haktır. Devlet memurluğunda en çok iki kez istifa etmiş olmak yeniden memuriyete girişi engellememektedir. Bir başka anlatımla, ikiden fazla istifa edilmemiş olması halinde yeniden memuriyete girmek mümkündür.

Memurlar, atandıkları görevlerine mazeret sunmaksızın süresinde başlamazlarsa, yurtdışındaki eğitim sürelerinin sonunda göreve başlamazlarsa, aylıksız izin süresinin bitiminde veya mazeret sebebinin kalkmasını izleyen 10 gün içinde görevine dönmezse memuriyetten çekilmiş sayılırlar.

DEVLET MEMURU BAĞLI OLDUĞU KURUMA YAZILI OLARAK MÜRACAAT ETMEK SURETİYLE MEMURLUKTAN ÇEKİLME İSTEĞİNDE BULUNABİLİR. İZİN ALMADAN VEYA KURUMLARINCA KABUL EDİLEN BİR MAZERET GÖSTERMEDEN 10 GÜN İŞE GİDİLMEMESİ DURUMUNDA AYRICA BİR YAZILI BAŞVURU ARANMAKSIZIN MEMURUN ÇEKİLME İSTEĞİNDE BULUNDUĞU (MÜSTAFİ) KABUL EDİLMEKTEDİR”

İstifayı Düzenleyen 94. Madde Ne Diyor?

Kanunun “çekilmeyi” (istifayı) düzenleyen 94. maddesine göre; “Devlet memuru bağlı olduğu kuruma yazılı olarak müracaat etmek suretiyle memurluktan çekilme isteğinde bulunabilir.” İzin almadan veya kurumlarınca kabul edilen bir mazeret göstermeden 10 gün işe gidilmemesi durumunda ayrıca bir yazılı başvuru aranmaksızın memurun çekilme isteğinde bulunduğu (müstafi) kabul edilmektedir. Dolayısıyla 10 gün işe gidilmemesi halinde de işveren olan idare bir işten çıkarma yapmamakta ve memurun istifa ettiğinin kabul edilmesi suretiyle işlem yapmaktadır.

İstifa edecek memurun yerine atanan kimsenin gelmesine veya çekilme isteğinin kabulüne kadar görevine devam etmesi esastır. Nihayet yerine atanan kimse bir aya kadar gelmediği veya yerine bir vekil atanmadığı takdirde, üstüne haber vererek görevini bırakabilir. Her iki durumda da kişiler yeniden memuriyete girme hakkına sahiptir, ancak “kurallı istifa” diye bilinen dilekçe ile başvuru ve gerekiyorsa en fazla bir aylı çalışma durumunda yeniden memuriyete girme süresi 6 ayken “kuralsız istifa” denilen durumda bu süre bir yıldır.

İstifa Hakkının Kullanımı Önlenemez

Meslektaşlarımızdan sağlık idarecilerinin istifa hakkının kullanılmasını önlemeye yönelik farklı uygulamalar yaptığı; dilekçeyi kayda almamak, başvuran hekimlere yönelik haklarında dava açılacağına dair asılsız bilgilendirme yapmak veya Çekirdek Kaynak Yönetim Sistemi (ÇKYS) kaydının gerçeğe aykırı resmi kayıt oluşturularak değiştirilmemesi suretiyle hekimlerin çalışma haklarının Anayasa’ya ve kanuna aykırı yolla engellenmesi girişimlerinde bulunulduğu, mobbing uygulandığı yönünde şikayetler gelmektedir.

Hekimlerin istifa hakkı vardır. Hekimlerin istifa haklarını kullanmalarını önlemek için idarenin kanuna aykırı eylemlerinin suç teşkil edeceğinin, kanuna aykırı emre uyulmamasının da devlet memurlarının yükümlülükleri arasında olduğunun unutulmaması gerekir.

Özel Hastanelere Yoğun Bakım Kadrosu Açılmalı

ekran goruntusu 2021 05 24 154639
Dr. Reşat Bahat

“BELLİ SAYIDA YATAĞI OLAN ÖZEL HASTANELERE MUTLAKA YOĞUN BAKIM KADROSU AÇILMALI! BUNU BİR ÜST İHTİSAS GİBİ DEĞERLENDİRİP DE YOĞUN BAKIM KADROSUNU VERMEDİĞİNİZ ZAMAN ÖZEL SAĞLIK KURULUŞLARINA Kİ İSTANBUL’DA HİZMETİN YÜZDE 50’YE YAKININI VEREN ÖZEL SAĞLIK KURULUŞLARINA, ASLINDA FARKINDA OLMADAN MALPRAKTİS YAPTIRMIŞ OLUYORSUNUZ”

Türk Yoğun Bakım Uzmanları Derneği (TÜYUD) tarafından 24 Mayıs 2021 tarihinde düzenlenen Türkiye’de Yoğun Bakımın Bugünü ve Yarını Başlıklı E-Sempozyuma katılan Özel Hastaneler Ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) Başkanı Dr. Reşat Bahat Yoğun şunları kaydetti:

“Bir hastanede yoğun bakım önemli değilse zaten hastane önemli bir hastane değildir, korkarım hastane değildir. Sizin nitelikli işleri yapabilmeniz için güvendiğiniz bir yoğun bakımınızın doğal olarak da yoğun bakım ekibinizin olması lazım! Türkiye olarak kaynak sıkıntısı çeken bir ülkeyiz. Kaynak kullanımı konusunda becerilerimizi hemen geliştiremiyoruz, güncelleyemiyoruz. Sizin 10 yataklı, 5 yataklı yoğun bakımlarınızda kamu size yoğun bakım uzmanı vermeye kalksa buna kaynak yetiştiremez; yani verse bir tane verir, sizin 24 saat hizmetiniz var… Demek ki artık yavaş yavaş yoğun bakımları mükemmeliyet merkezlerine toplamamız lazım.

Özelde Yoğun Bakım Kadrosu Açılmalı

“TÜRKİYE, KAYNAK SIKINTISI ÇEKEN BİR ÜLKE! SİZİN DİYELİM Kİ 10 YATAKLI YOĞUN BAKIMLARINIZ İÇİN KAMU SİZE YOĞUN BAKIM UZMANI VERMEYE KALKSA BUNA KAYNAK YETİŞTİREMEZ. DEMEK Kİ ARTIK YAVAŞ YAVAŞ YOĞUN BAKIMLARI MÜKEMMELİYET MERKEZLERİNDE TOPLAMAMIZ LAZIM”

Özel hastanelerde de yine belli sayıda yatağı olan özel hastanelere mutlaka yoğun bakım kadrosunun açılması gerekiyor. Bunu bir üst ihtisas gibi değerlendirip de yoğun bakım kadrosunu vermediğiniz zaman özel sağlık kuruluşlarına ki İstanbul’da hizmetin yüzde 50’ye yakınını veren özel sağlık kuruluşlarına, aslında farkında olmadan malpraktis yaptırmış oluyorsunuz. Yani hastalar size hastanın kaybı durumunda ‘Sizin yoğun bakım uzmanınız yoktu ve benim hastam sizin hastanenizde kaldı’ diye farklı davalar açabilir, bunlarla karşı karşıya gelebiliriz. Bunun bir an önce çözülmesi gerekiyor. Eski arkadaşlarımıza eğitimden geçirilerek bir hak verilmesinin en azından problemin kısa sürede çözümüne katkısı olabilir ama bütün ülkeye hekim yetiştirmek için de bunun cezbedilmesi lazım.

Gençlerimiz İnsanlara Dokunmak İstemiyor

Gençlerimiz artık insanlarla konuşmak istemiyorlar. Gençlerimiz insanlara dokunmak istemiyorlar. Gençlerimiz hamaliye işi yapmak istemiyorlar. Size şöyle bir fırsat sunulsa; Şişli’de muayenehane açabileceğiniz plastik cerrah, cildiye uzmanı olabilirken ve de çok daha kolay başkalarını çalıştırarak işinizi delege ederek para kazanacağınız fizik tedavi uzmanı olabilirken, nöbet tutmayacağınız çalışma saatlerinizin belli olacağı kamuya ve bir patrona bağlı olmayacağınız bir imkanınız olsa siz bunu değerlendirmek istemez misiniz?

Ben bir hastane yöneticisi olarak gerçekten bazı arkadaşlarımızın emeğinin çok altında para kazandığını görüyorum; aldıkları riske baktığımda… Bazıları şimdilik sayıları çok az olduğu için biraz para kazanıyor ama çok kısa sürede onlarda da bu sıkıntı yaşanacak. Bizim sorunlarımızı daha fazla siyasete anlatmamız gerekiyor.

Yoğun Bakımın Kıymeti Çok İyi Anlaşıldı

Güzel yanı şu; sizin yaptığınız yoğun bakım mesleğinin kıymeti çok iyi anlaşıldı COVID-19 döneminde. Hayranlıkla izledim sizi. Kimsenin yaklaşmaktan korktuğu hastalara sadece siz baktınız, inanılmaz desteklerinizi gördüm, yaşadım ve kendim de COVID-19 geçirdim. Yaptığınız güzellikleri biliyorum ve gerçekten insanlar üzerinde hakkınız var. Dilerim bunu dünyada alırsınız.”

Yoğun Bakıma Yeni Bir Branş Eklenmemeli Hatta Azaltılmalı

whatsapp image 2021 05 24 at 14.56.58
Prof. Dr. Ahmet Tekin

“YOĞUN BAKIMA ARTIK YENİ BİR BRANŞIN EKLENMEMESİ GEREKİYOR. HATTA AZALTILABİLİR BİLE… YOĞUN BAKIM 6 ANA BİLİM DALINDAN BESLENİYOR VE BUNLAR DIŞINDA YENİ BİR ANA DAL EKLENMESİ SÖZ KONUSU DEĞİL!”

Türk Yoğun Bakım Uzmanları Derneği (TÜYUD) tarafından 24 Mayıs 2021 tarihinde düzenlenen Türkiye’de Yoğun Bakımın Bugünü ve Yarını Başlıklı E-Sempozyuma katılan Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. Ahmet Tekin şöyle konuştu:

“Hem yurt dışında hem Türkiye’de uygulanan yoğun bakım bir ekip işi… Multidisipliner çalışmanın gerekli olduğunu bizler de her zaman yineliyoruz. Çok hızlı kazanımsal değişiklikler yapılamıyor. Gerek eğitim gerek idari anlamda iyileştirilmelerin yapılması kaçınılmaz hale geldi. Özellikle pandemi sürecinde yoğun bakımda hasta takibinin ne kadar üst düzey olduğunu ve mortalitenin nasıl azaldığını, dünya ortalamalarının altına indiğini yakından gördük. Bu çok önemli. Ben notlarımı aldım. Sağlık iradesi olarak, sağlıkta kural koyucu olarak, Bakanlık olarak bunların ne kadarını düzeltebiliriz ve ne kadar önceleyebiliriz… Bunları tespit etmeliyiz. Bir kısmı gerçekten kolaylıkla yapılabilecek öneriler… Ama bir kısmı da kanun değişikliği gerektiriyor veya hemen yapılabilecek durumda değil! Sorunları seviyelendirirsek, kademelere ayırırsak ve ilk aşamada hayata geçirebileceğimiz önerilerden başlarsak bunları hayata geçirmemiz daha mümkün olur. Ben hep şunu diyorum ki bir, sıfırdan iyidir! Hepsini bir anda yapmak kolay değil gerçekten! Ama hemen yapabileceğimiz uygulamalar var; geçen günlerde Derneğiniz ile bir araya geldiğimizde aktardığınız önerilerden olan yoğun bakımın 6 ana bilim dalından beslenmesi ve bunlar dışında yeni bir ana dal eklenmesinin engellenmesi gibi… Yoğun bakıma artık yeni bir branşın eklenmemesi gerekiyor. hatta azaltılabilir bile… Bu konuda Sizlerle aynı kanaatteyiz.

Yoğun Bakım Emekçileri için Ara Formül

Ancak şöyle bir çıkmaz var onu çözmemiz lazım. 10 – 20 yıl ve belki daha uzun yıllardır; sadece yoğun bakımda görevli olan, oranın kahrını çeken meslektaşlarımız var. Bunlara nasıl bir çözüm bulabiliriz? Yoğun bakım uzmanlığı resmiyet kazandıktan sonra diğer branşlardaki meslektaşlarımıza uzmanlık hakkını kazandırmamız lazım! Buna sonuna kadar katılıyorum ama geçmişte bu alanda çok ciddi emek verenlere de bir ara formül nasıl bulunabileceği konusunda sizlerle ortak bir çözüm geliştirmek istiyoruz.

Diğer branşlardan gelen ve çok uzun yıllardır, çok zor dönemlerde, hiç kimsenin uğraşmadığı yoğun bakımlarda çalışan uzman ekiplerimiz var. Hiç kimsenin yoğun bakımlarla uğraşmadığı dönemlerde bu uzman hekimlerimiz, yaşları belki de çok ileridir, yoğun bakımın kahrını çekmişler gerçekten… Şimdi bir çırpıda yeni gelen bir yan dal uzmanı arkadaşımı oraya vermem gerekiyor, doğru… Yoğun bakımı, yan dal uzmanlarına teslim etmem gerekiyor evet ama bunu bıçak gibi birden kesme şansımız yok. Zaman içerisinde o ‘alaylı’ yoğun bakımcılarımız bir şekilde eriyecektir ve eğitimli yoğun bakım uzmanlarımız birimi teslim alacaktır. Fakat bu değişimi bir çırpıda yapmamız mümkün olmuyor.

 “10 – 20 YIL VE BELKİ DAHA UZUN YILLARDIR; SADECE YOĞUN BAKIMDA GÖREVLİ OLAN, ORANIN KAHRINI ÇEKEN MESLEKTAŞLARIMIZ VAR. UZMANLIK DERNEKLERİ İLE BİRLİKTE ÜRETECEĞİMİZ BİR ARA FORMÜL İLE BU MESLEKTAŞLARIMIZA DA UZMANLIK HAKKI TANIMALIYIZ!”

Branş Yoğun Bakımlardan Vazgeçilmeli

Yine aynı şekilde hastanelerde branş yoğun bakımlardan vazgeçilmesi lazım. Çünkü her 50 – 100 yatağı olan klinik kendine ait yoğun bakım olmasını istiyor ama burada hastaların hiçbir zaman merkezi yoğun bakımlarda olduğu gibi özenli ve titiz takip edildiğini ben kabul etmiyorum. Ne kadar çok iyi takip ettiklerini iddia etseler de böyle olmadığını, ben kendim de klinisyen olduğum için, defalarca gözlemledim.

“ÖZELLİKLE PANDEMİ SÜRECİNDE YOĞUN BAKIMDA HASTA TAKİBİNİN NE KADAR ÜST DÜZEY OLDUĞUNU VE MORTALİTENİN NASIL AZALDIĞINI, DÜNYA ORTALAMALARININ ALTINA İNDİĞİNİ YAKINDAN GÖRDÜK”

Yoğun Bakım Rotasyonu Olmalı

Yoğun bakımdan beslenen ana dallarda yoğun bakım rotasyonunun olması yönünde öneriniz olmuştu. Bunu Tıpta Uzmanlık Kurulumuzda görüştük ve ön karar aldık. Büyük ihtimalle önümüzdeki günlerde onu nihai karar haline getirip yayınlatacağız.

“YOĞUN BAKIMDAN BESLENEN ANA DALLARDA YOĞUN BAKIM ROTASYONUNUN OLMASI YÖNÜNDE ÖNERİNİZ OLMUŞTU. BUNU TIPTA UZMANLIK KURULUMUZDA GÖRÜŞTÜK VE ÖN KARAR ALDIK. BÜYÜK İHTİMALLE ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE ONU NİHAİ KARAR HALİNE GETİRİP YAYINLATACAĞIZ”

Yoğun Bakımda İş Yükü Bölüşülmeli

Devlet Hizmet Yükümlülüğü yapan yoğun bakım uzmanının tek başına değil de en azından bir uzmanın desteğiyle, iş yükünü bölüşecek şekilde görev yapması önerinizi de değerlendirdik ve bu talebinize de sıcak bakıyoruz. Yani yapabilirsek mutlaka bir hastane içi uzman atayalım; yapamıyorsak da en azından yanına bir tane yardımcı olacak bir hekim arkadaşımızı görevlendirelim istiyoruz. Bundan sonra atamalarda ona dikkat edeceğiz.

Performansta Yoğun Bakımcılar Dezavantajlı

Performans iyileştirmesi konusundaki önerilerinize katılıyorum. Performansta yoğun bakımcıların dezavantajlı durumu var. Performansta nasıl bir iyileştirme yapılabilir onu özellikle Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü ile beraber çalışmamız lazım. Şöyle bir sıkıntımız var: Meslektaşlarımız özellikle yeni hekim arkadaşlar gerek lisansını tamamlayan gerekse uzmanlığını tamamlayan meslektaşlarımız kolay branşlar seçmeye başladılar. Zor branşlar maalesef seçilmemeye başlandı.

“HASTANELERDE BRANŞ YOĞUN BAKIMLARDAN VAZGEÇİLMELİ. ÇÜNKÜ HER 50 – 100 YATAĞI OLAN KLİNİK KENDİNE AİT YOĞUN BAKIM OLMASINI İSTİYOR AMA BURADA HASTALAR MERKEZİ YOĞUN BAKIMLARDA OLDUĞU GİBİ ÖZENLİ VE TİTİZ TAKİP EDİLMİYOR”

Zora Talip Olmayan Bir Nesil Var

Yoğun bakımların tercih edilebilirliğinin azalmasında bizim düzeltme ihtimalimiz olan bir sürü parametre var ama bunun dışında zora talip olmayan bir nesille karşı karşıyayız. O da maalesef ciddi bir rol oynuyor. Ben notlarımı aldım. Sağlık otoritesi olarak bize düşen neyse biz sonuna kadar düzeltebileceğimiz ne varsa çalışmaya hazırız.”

Avrupa’da Yoğun Bakımın İşleyişi Nasıl?

ekran goruntusu 2021 05 24 152923
Prof. Dr. Jozef Kesecioğlu

“YOĞUN BAKIMDA HASTA, DİĞER UZMANLIK DALLARINDAN FARKLI OLARAK BİR BÜTÜN OLARAK TEDAVİ EDİLİR. MESELA GENEL CERRAH YAVAŞ YAVAŞ ORTADAN KALKIYOR, ONLAR DA KENDİ ARALARINDA UZMANLAŞIYORLAR. YOĞUN BAKIMDA DAHA GENELCİ BİR YAKLAŞIMIMIZ VAR. HASTAYI BİR BÜTÜN OLARAK TEDAVİ ETMEK ÖNEMLİDİR”

Türk Yoğun Bakım Uzmanları Derneği (TÜYUD) tarafından 24 Mayıs 2021 tarihinde düzenlenen Türkiye’de Yoğun Bakımın Bugünü ve Yarını Başlıklı E-Sempozyumda, Avrupa Yoğun Bakım Derneği Başkanı Ve Hollanda Utrecht Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jozef Kesecioğlu’nu takdim eden Moderatör Prof. Dr. Arzu Topeli İskit şu bilgileri verdi:

“1989 yılında İstanbul’dan Hollanda’ya giden Prof. Dr. Kesecioğlu, İstanbul Üniversitesinde Anesteziyoloji ve Reanimasyon bölümünde öğretim üyesi idi; Hollanda’da anesteziyoloji ve yoğun bakım hekimliği, öğretim üyeliği yaptı ve 2002 yılında da Utrecht’te çok önemli bir görev verildi kendisine… Utrecht Üniversitesinde 4 yoğun bakımı birleştirdi ve uzun yıllar boyunca, geçtiğimiz seneye kadar bu bölümün başkanlığını yürüttü. Bildiğim kadarıyla da çok ödüllü bir yoğun bakım ünitesi inşa ettiler. Hocamız sadece üniversitede değil, Avrupa Yoğun Bakım Derneğinde de çok aktif; birçok komisyonunda yıllardır çalışıyor. En son 2018 – 2020 yılları arasında Avrupa Yoğun Bakım Derneğinin başkanlığını yürüttü. Bizim açımızdan gerçekten bir gurur kaynağıdır.”

Avrupa Yoğun bakım Derneği Başkanı ve Hollanda Utrecht Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jozef Kesecioğlu, Türkiye’de Yoğun Bakımın Bugünü ve Yarını Başlıklı E-Sempozyumdaki konuşmasında şunları kaydetti:

“Utrecht Üniversitesi hastanesini inşa ederken, Arzu Hocanın da söylediği gibi, 4 organizasyonu birleştirirken hastane yönetimine bir vizyon sunduk. Bu bizim önsezimizdi ve bu önsezimizde hastanın ‘hayatının kurtaran faktör organizasyondur’ dedik. Bunun çeşitli tecrübelerini edindim. Çünkü 41 yıllık meslek hayatımda 2 kez aynı şekilde bir reorganizasyona katıldım. Birinde dönemin kürsü başkanının yardımcısıydım; ikincisini ben kendim yönettim ve gördüğümüz şey şu oldu: Eğer organizasyon iyi hazırlanmışsa hastaların hayatı kurtuluyor ve yoğun bakım mortalitesi düşüyor… Bunu iki kez görme imkanım oldu. O nedenle tekrar belirtmek istiyorum; hastanın hayatını kurtaran faktör iyi bir organizasyondur ve hemen belirtmek istiyorum, bugün konumuz da bu zaten, iyi düzenlemiş bir organizasyon çalışan personelin memnuniyet derecesini ve motivasyonunu belirleyen en önemli unsurdur. Bunu söylemek istemememin sebebine gelirsem; bizim hekimlerimiz ve hemşirelerimiz zorluktan kaçmaz. Özellikle yoğun bakımla uğraşan arkadaşlarımız her türlü zorluğa katlanmasını bilirler; yeter ki hasta iyileşsin! Ama iyi bir organizasyon içinde çalışmayı isterler. Organizasyonun getirdiği karışıklıklarla uğraşmak istemezler. Uğraşmak gerekiyorsa da bundan pek memnun olmazlar.

“HASTANE ORGANİZASYONU İÇİNDE YOĞUN BAKIM BAĞIMSIZ VE DİĞER DEPARTMANLARA OLARAK EŞİT DÜZEYDE BİR DEPARTMAN OLARAK YER ALIR. BUNUN ÖNEMİ ÇOK FAZLA!”

Yoğun Bakımda Hasta Bir Bütün Olarak Görülür

Yoğun bakım multidisipliner bir yapıya sahiptir. Bu Avrupa Yoğun Bakım Derneği’nin de görüşüdür. Hasta, diğer uzmanlık dallarından farklı olarak bir bütün olarak tedavi edilir. Bunu söylemekteki amacım diğer uzmanlık alanlarıyla ilgili olarak mesela bir akciğer uzmanı akciğer üzerine uzmandır, bütün bilgisi onun üzerinedir; bir kardiyoloji uzmanı kalp üzerine donanımlıdır. Bunun dışında da artık görüyoruz ki bir kardiyolog yalnızca kalbin herşeyini değil orada da anjiyo yapan kardiyoloğumuz var, ritm üzerine uzmanlığı olan kardiyoloğumuz var. Mesela yavaş yavaş genel cerrah ortadan kalkıyor, onlar da kendi aralarında uzmanlaşıyorlar. Yoğun bakımda daha genelci bir yaklaşımımız var. Bunun nedeni de 72 saatin üzerinde yoğun bakımda kalan hasta, ilk alındığı problem ile ilgili olarak hastalığını devam ettirmiyor olabilir ama mesela kalp nedeniyle yoğun bakıma alınmış bir hastanın 2 – 3 gün sonra yavaş yavaş akciğer ve diğer organlarında da hastalık başlayabilir; bu nedenle yoğun bakımda hastayı bir bütün olarak tedavi etmek önemlidir.

“YOĞUN BAKIM, YOĞUN BAKIM UZMANLARI TARAFINDAN YÖNETİLİR VE YOĞUN BAKIMDA ÇALIŞAN HEKİMLERE HASTA BAKIMINDA TAM YETKİ VERİLİR. ‘TAM YETKİ VERİLİR’ DERKEN KASTIM; ÖZELLİKLE HASTA YATIRMA VE TABURCU ETME YETKİSİNİN YOĞUN BAKIM UZMANINDA OLMASIDIR”

Yoğun Bakım Bağımsız Departmandır

Hastane organizasyonu içinde yoğun bakım bağımsız ve diğer departmanlara olarak eşit düzeyde bir departman olarak yer alır. Bunun önemi çok fazladır. Yoğun bakım uzmanının değerinin anlaşılması açısından ve diğer kendi kadrosunun olması açısından gereken hemşire gerekse hekim açısında çok önemlidir.

Hem kendi görüşüm hem de Avrupa Yoğun Bakım Derneği’nin görüşüne göre, hastanelerde tek yoğun bakım organizasyonu olmalıdır. Tek eğitim programı olmalıdır. Eğitilen yoğun bakım uzmanı adayı, hangi departmanda çalışıyorsa onun program ile değil hastanenin programıyla eğitilmelidir. Bunu söylerken bir karışıklık olmasın; bir hastanede birden fazla yoğun bakım olabilir fakat tek organizasyon olması gereklidir. Organizasyonlar arasında güç mücadelesi yerine gücümüzü hasta bakımına ve eğitime yönelik kullanmamız son derece önemlidir.

Bir de olmaması gerekenlerden bahsedelim. Ayrı yoğun bakımlar ayrı bir organizasyon halinde çalıştığında farklı iş akışları, farklı lojistikler birbirleriyle temasları olmayan hekim ve hemşireler ve ülkeler arasında personel değişiminin olmaması şu anda verebileceğim birkaç örnektir. Maliyet etkinliği açısından negatif bir etki yaratmaktadır. Tek çatı altında olan yoğun bakım organizasyonlarında bu problemler çözülmüş ve maliyet etkinlik düzenlenmiş olmaktadır.

Hemen Her Kıtadan Üyelerimiz Var

Anabilim dallarının yoğun bakım uzmanlarına, kendi mesleklerine şekil verebilmeleri için serbestlik tanımaları çok önemlidir. Bu serbestlik tanındıktan sonra da yoğun bakım uzmanları birbirleri ile temasa geçip dışarıya karşı tek bir dille konuşurlar. Genel olarak kabul edilen yapılanma, çoğunlukla multidisiplinerdir; Avrupa Yoğun Bakım Derneği’nin politikası budur. Avrupa Yoğun Bakım Derneği, kurulduğu yer açısından Avrupa fakat dünya çapında üyeleri vardır; Asya, Amerika ve Afrika gibi hemen her kıtadan üyelerimiz vardır. Bu bizim vizyonumuzdur. Bu kadar farklı ana dalın üst dalı olması demek. Fazla sayıda branşın yoğun bakım olması da demek değildir! Çünkü branşlara baktığımızda branşların afilitesinin değişik olduğunu görürüz. Bazı branşlar son derece odaklaşmış bazı branşlarımız ise daha genel olarak hastayı bilen branşlardır. Buraya da bir tavan getirmek ve belirli bir sayının üstüne çıkmamak gereklidir.

Düzenli Bir Eğitim Programı

Motivasyona gelelim; genç arkadaşlarımızın motivasyonu… Düzenli bir eğitim programının olması çok önemlidir. Yoğun bakımda diğer branşlara karşıt olarak uzmanlaşma yerine genelci yaklaşım önem taşımaktadır. Hastanın bir bütün olarak tedavi için edilmesi açısından… Bunu söylerken belirli bir kişinin belirli bir uzmanlık alanı olmasında bir sakınca bulunmaz. Yani bunun olması mümkündür. Ama eğitim, hastayı bir bütün olarak görmelidir.

Yoğun bakım, yoğun bakım uzmanları tarafından yönetilir ve yoğun bakımda çalışan hekimlere hasta bakımında tam yetki verilir. ‘Tam yetki verilir’ derken kast ettiklerimiz; özellikle en azından hasta yatırma ve taburcu etme yetkisi yoğun bakım uzmanındadır. Kendisine bu konuda baskı yapılmaz; ‘şu hastayı alacaksın’ veya ‘bu hastayı alacaksın’ diye baskı yapılmaz. Hastanın tedavisinin birinci sorumlusu yoğun bakım uzmanıdır.

Koordinasyon ve Sorumluluk Yoğun Bakımcıda

Bunu derken bazen yanlış anlaşılmalar olabiliyor. Özellikle yoğun bakımın ilk yıllarında hani yoğun bakım kendisine bir kale inşa etti; bunun içine kimsenin girmesini istemiyor düşüncesi doğru değildir. Yoğun bakım herkese açıktır. Diğer bütün branşlara açıktır. Yalnız sorumluluğu ve koordinasyonu yoğun bakımcının elindedir. Yoğun bakımcı genelleşmiş bir tedavi yapıyor derken, örneğin bir yoğun bakım uzmanı hastanın enfeksiyonunu da takip edebilmek, tedavi edebilmek durumunda olması gerekir. Fakat karmaşık durumlarda 3 hafta hastanede yatmış, 4 hafta yoğun bakımda yatmış bir sürü dirençli bakterilere sahip bir hastada yoğun bakımcı tabii ki enfeksiyon hastalıkları uzmanını çağırır, onun da fikrini alır. Ama koordinasyon ve sorumluluğu yoğun bakımcıya ait olmalıdır.

“YOĞUN BAKIMA, TEDAVİ EDİLİP YOĞUN BAKIM TEDAVİSİNDEN SONRA YAŞAMA ÜMİDİ OLAN HASTALAR ALINIR. YOĞUN BAKIM UZMANINA DA ONUN BİLGİ VE BECERİSİNE DE SAYGI GÖSTERİLİR”

Tedavisi Mümkün Olmayan Hastalar!

Bir ana dal hekimi yoğun bakımcı olabilmek için eğitim alır ve bu eğitim sayesinde de yetkinlik kazanmış olur. Eğitimi yoksa gerektiği durumlarda yoğun bakım uzmanları ile birlikte çalışabilir ve yoğun bakım hizmetlerine destek olur. Sanıyorum geçtiğimiz 14- 15 ayda bunun örneklerini dünyanın her tarafında gördük. En önemli motivasyon olaylarından biri, altını çizerek söylüyorum, yoğun bakıma tedavisi mümkün olan hastaların yatırılıyor olmasıdır. Tedavisi mümkün olmayan hastalar yoğun bakıma yatırılmamalıdır. Örnek olarak bir akciğer kanserinin son dönemindeki hastaya yapılacak bir müdahale kalmamışsa hastanın maalesef vefatı gerçekleşir, solunumu durur. Bu bir yoğun bakıma alınma endikasyonu değildir ve yoğun bakıma o anda bakan meslektaşlarımıza bu hastaların alınması için baskı yapılmaması lazımdır. Yoğun bakıma, tedavi edilip yoğun bakım tedavisinden sonra yaşama ümidi olan hastalar alınır. Yoğun bakım uzmanına da onun bilgi ve becerisine de saygı gösterilir.

Yoğun Bakım Uzmanının Çalışma Şekli

Yoğun bakım uzmanı tercihen tam gün yoğun bakım görevlisidir. Fakat tabi ki bunun dünyanın her tarafından mümkün olmadığını biliyoruz. Fakat eğer yoğun bakım uzmanının çalıştığı organizasyon içinde başka bir işlevi varsa yoğun bakımda çalıştığı gün yalnız yoğun bakımla ilgili görev yapar. Yoksa sabah viziti yapıp ders yapıp, öğlen tekrar vizit yapıp akşam üzeri ameliyathaneye gidip tekrar geri gelmek… Bu yoğun bakım uzmanının çalışma şekli değildir. Yoğun bakım uzmanı yoğun bakımda çalışır ve yoğun bakım uzmanının maruz kaldığı ağır çalışma koşullarına bu dönemde çözüm aranması lazımdır. Yoğun bakım ağır bir iştir, yıpratıcı bir iştir ve bu konuda çözüm bulunması şarttır.

“TERCİH EDİLİRLİĞİN AZALMASI KONUSU ALMANYA’DA DA GÖRÜLÜYOR, ÇÜNKÜ NESİL DEĞİŞİYOR. GENÇLERİMİZ DAHA DEĞİŞİK BRANŞLARA GİTMEK İSTİYORLAR, MEŞAKKATİ DAHA AZ OLAN BRANŞLARI TERCİH EDİYORLAR”

Almanya’da da Yoğun Bakım Tercihi Az

Bizim Hollanda’da yaptıklarımız aslında Türkiye’dekinden çok farklı değil. Bu bir aşama olayı. Arada belki birkaç yıl fark var fakat bugün yaşadığınız zorlukların hemen hemen hepsini yıllar önce yaşadık. Türkiye’nin şu an gayet iyi bir yolda olması beni son derece memnun ediyor. Yapılacak şeyler var fakat altyapı gayet iyi ayarlanmış. Yoğun bakımcının gerekli bir hastane içinde gerekli bir şahsiyete kavuşması, gerekli saygıyı görmesi ve gerekli yerlerde de desteklenmesi herhalde şu anki önemli olaylardan biri! Genç arkadaşlarımızı teşvik etmek için buna ihtiyaç var. Tercih edilirliğin azalması konusu Almanya’da da görülüyor, çünkü nesil değişiyor. Gençlerimiz daha değişik branşlara gitmek istiyorlar, meşakkati daha az olan branşları tercih ediyorlar. Bu durumu biz de yaşamıştık. 5 – 6 yıl önce idi. Mesleği cazip duruma getirerek bu konular halledilebilir. Benim kanaatim, maddi açıdan değil fakat manevi açıdan da kişileri gerekli yerde gerekli pozisyonu vermekle bunlar düzenlenebilir. Yoğun bakımcıların da tek bir sesle konuşmaları ve isteklerini açık bir şekilde belirtmeleri çok önemli!”

Yoğun Bakım Branşının Sorunları Neler?

55
Dr. Recep Civan Yüksel

“YOĞUN BAKIM UZMANLARI, HASTANELERİN ÜÇÜNCÜ BASAMAK ANA/GENEL YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNDE GÖREVLENDİRİLMELİDİR”

Türk Yoğun Bakım Uzmanları Derneği (TÜYUD) tarafından 24 Mayıs 2021 tarihinde düzenlenen Türkiye’de Yoğun Bakımın Bugünü ve Yarını Başlıklı E-Sempozyumda, TÜYUD Genç Yoğun Bakımcılar Komisyon Başkanı ve Kayseri Şehir Hastanesi İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi Uzmanı Dr. Recep Civan Yüksel tarafından ifade edilen sorunlar ve çözüm önerileri şöyle:

“Ülkemizde yoğun bakım alanında birçok avantaja sahibiz; genç, dinamik bir ekibimiz var; yatak kapasitemiz iyi; altyapı olanaklarımız gelişmiş durumda; resmi bir yan dal uzmanlık eğitimi 10 yıldır veriliyor.

“YOĞUN BAKIMLAR EN FAZLA DAHİLİ, CERRAHİ, NÖROLOJİ OLARAK AYRILMALIDIR. YOĞUN BAKIM UZMANI OLMAYAN «DAL YOĞUN BAKIMLARI» EN FAZLA 2. BASAMAK OLARAK RUHSATLANDIRILMALIDIR”

Sorunlarımızı Şöyle İfade Edebilirim:

Yoğun bakım uzmanları genel yoğun bakım eğitimi alır ve üçüncü basamak tüm yoğun bakımlarda hizmet sunabilir. Buna karşın yoğun bakım uzmanları üçüncü basamak ve/veya genel yoğun bakım ünitesi (YBÜ) dışında görevlendirilmektedir.

Önerimiz; yoğun bakım uzmanlarının hastanelerin üçüncü basamak ana/genel yoğun bakım ünitelerinde görevlendirilmesidir.

Çok sayıda branşta yoğun bakım ünitesi bulunmaktadır ve bu bölünmüşlüğe sebep olmaktadır. Bölünmüşlüğün sonucu olarak mevcut yataklar etkin kullanılamamaktadır.

Önerimiz şöyledir: Yoğun bakımlar en fazla dahili, cerrahi, nöroloji olarak ayrılmalıdır. Yoğun bakım uzmanı olmayan «dal yoğun bakımları» en fazla 2. basamak olarak ruhsatlandırılmalıdır.

Yoğun bakım uzmanlığı ve yoğun bakım uzmanı mevzuatında (SGK mevzuatları) ve ilgili kurullarda (SUT, TİTCK kurulları) yer almamaktadır. Dolayısıyla işleyişte ciddi aksamalar meydana gelmektedir.

“YOĞUN BAKIM UZMANLIĞI MEVZUATTA TANIMLANMALI VE TANINMALIDIR. YOĞUN BAKIM İLE DOĞRUDAN İLGİLİ BİR YÖNETİM BİRİMİ OLUŞTURULMALIDIR”

Önerimiz şöyledir: Yoğun bakım uzmanlığı mevzuatta tanımlanmalı ve tanınmalıdır. Yoğun bakım ile doğrudan ilgili bir yönetim birimi oluşturulmalıdır.

Çok fazla ana dalın ortak yan dalı olan yoğun bakım uzmanlık eğitimine (sınavlar, yargı süreçleri, yeni ana dallar vs.) fazla sayıda müdahale yapılmaktadır. Bu durum alan ile ilgili belirsizlik, umutsuzluk hissi doğurmakta ve yan dal sınavında yoğun bakım tercihi azalmaktadır.

Önerimiz şöyledir: 10 yıldır süre gelen eğitim programı devam ederken bu program dışında hiçbir ana dala istisnai yoğun bakım uzmanlık hakkı verilmemelidir.

Yoğun bakım hizmetinin 7/24 sürdürülmesinde aksamalar yaşanmaktadır. Dolayısıyla hasta bakım kalitesi azalmaktadır.

“ÖZEL HASTANELER DE DAHİL OLMAK ÜZERE ÜÇÜNCÜ BASAMAK YOĞUN BAKIM OLAN TÜM KURUMLARA TAM ZAMANLI YOĞUN BAKIM UZMANI (EŞ ZAMANLI AMELİYAT VEYA POLİKLİNİK YAPMAYAN) ŞARTI GETİRİLMELİDİR”

Önerimiz şöyledir: Yoğun bakım hizmet sunumunda, yoğun bakım uzmanı ile birlikte diğer ana dal hekimleri (uzman ve/veya araştırma görevlisi) mevzuatta yer aldığı şekilde görevlendirilmelidir. Kurumlara hekim atamalarında bir kuruma birden fazla yoğun bakım uzmanı atanmalıdır.

Performans ödemelerinde dengesizlikler bulunmaktadır. Bu da alanımızın daha az tercih edilmesine neden olmaktadır.

Çözüm önerimiz: İşlemlerin performanslandırılmasında yan dal uzmanı lehine artış (diğer yan dallar ile benzer şekilde) yapılmalıdır. Yoğun bakım dışı hizmet veren hekimlerin, yoğun bakım dışında birden fazla hizmetten aynı anda performans alabilmeleri engellenmelidir. (yoğun bakım+ ameliyatlar, yoğun bakım+anjio vb. girişimsel işlemler, yoğun bakım+ poliklinik, vs.) Yoğun bakım uzmanlarının performans puanları tüm kurumlarda (üniversite, eğitim araştırma, devlet hastaneleri) iyileştirilmelidir; kurumlar arası veya yatak sayıları ile ilişkili farklılıklar giderilmelidir. Yoğun bakım uzmanlarına sözleşmeli kadro verilmelidir.

Özel hastanelerde yoğun bakım yatak sayısının fazla olmasına karşın yoğun bakım uzmanı bulunmamaktadır. Aynı zamanda yoğun bakım uzmanlarının ana dal kadrosunda da çalışma imkanı yoktur. Dolayısıyla özel hastanelerde hasta bakım kalitesinde dengesizlikler söz konusudur.

Önerimiz şöyledir: Özel hastaneler de dahil olmak üzere üçüncü basamak yoğun bakım olan tüm kurumlara tam zamanlı yoğun bakım uzmanı (eş zamanlı ameliyat veya poliklinik yapmayan) şartı getirilmelidir. Yoğun bakım uzmanlarına, kamu kurumlarında tam zamanlı belli bir yıl çalıştıktan sonra özel hastanelerde ana dal ve/veya yan dal kadrosunda çalışma hakkı tanınmalıdır.

Sonuç olarak;

Yoğun bakım alanında sorunlar çok fazla olmasına karşın çözümlenebilir niteliktedir. Yoğun bakım uzmanlığı desteklenmeli, eğitim veren ve eğitim alan hekimler açısından cazip hale getirilmelidir. 21 – 27 Mayıs tarihleri Yoğun Bakım Farkındalık Haftası belirlenmelidir. Sağlık Bakanlığı bünyesinde yoğun bakım ile doğrudan ilintili ayrı bir yönetim birimi kurulmalıdır.

Sorunların zaman içinde çözülmesi ülkemizde nitelikli yoğun bakım uzmanı sayısını arttıracaktır ve bu da hasta bakım kalitesine yansıyacaktır. Dolayısıyla sağlık giderleri azalacak, yoğun bakımlarda maliyet-etkili (cost-effective) hizmet söz konusu olacaktır.”