Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan röportajımız:

 

Sizi tanıyabilir miyiz?

1972 Ankara doğumluyum, 1993’te Eczacı ünvanı aldım, masterimi bu fakültede bitirdim. Japon Eğitim Bakanlığından aldığım yüksek lisans bursuyla 2 yıl Japonya’da eğitim aldım. Ardından Türkiye’ye döndüm. 2011-14 arasında Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin Kurucu Dekanlığını yaptım. 2016 Temmuzdan beri de Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanlık görevini yürütüyorum.

Bu ikinci dekanlık görevim. Yöneticilik görevi özellikle de kadınlara farklı deneyimler katıyor; öğretim üyesi iken olaylara daha kişisel, daha yanlı bakabiliyorsunuz; yönetici iken daha objektif yaklaşım sergiliyorsunuz, olayın bütününü görme imkanınız daha yüksek, herkese eşit mesafede durabilme ve organize çalışabilme özelliğiniz gelişiyor.

Bence ikisi de son derece keyifli görevler…

 Japonya’daki deneyiminiz nasıldı? Size neler kattı?

24 yaşında gittim ve ilk yurtdışı deneyimimdi, biraz da korkarak gittim! Ama iyi ki de gitmişim, hayatımın en önemli deneyimi oldu. Orada eczacılık fakültesinde değil de deniz canlılarının biyolojik aktivitelerinin eczacılık yönünden incelenmesi üzerine eğitim verilen bir fakültede eğitim aldım, buradaki fen fakülteleri gibi düşünülebilir, alanımla ilgili çalışmalar yaptım. Kültürel, çalışma disiplini olarak Türkiye’den son derece farklı olduklarını gittiğim ilk gün fark ettim. İnsanların at gözlüğü takmış gibi, yani robotik şekilde, kendilerine verilen işi en iyi şekilde yapmaya çalışmaları beni derinden etkiledi. Orada gizli bir kural vardır, cumartesi de işgünüdür ve fakülteye çalışmaya gelirsiniz. Oradaki hocamın bana pazar günleri neden laboratuara gelmediğimi sorduğunu biliyorum! Danışmanım okulun en yetkili hocası olmasına rağmen odasını kendisi temizlerdi. Toplu taşıma sistemleri de tamamen insana güven üzerine kuruluydu. Bu bir yaşam stili, toplumsal kültür… Bizde yerleşmesi çok zor… Ben buradaki çalışma tempomu Japonya örneğine uyarladığımda garipsendim!

Yöneticilik kariyeriniz yanısıra ilaç ve eczacılık biliminin gelişmesine katkıda bulunan çalışmalara imza atıyorsunuz. Gündeminizdeki bilimsel çalışmalarınızı kısaca anlatabilir misiniz?

Doğal kökenli ilaç hammaddelerini inceleyen bir bilim dalında (Farmakognozi) eğitimimi yaptım. Majör olarak bitkisel asıllı ilaç hammaddelerini inceleyen fitoterapi ve buna benzer ürünleri inceleyen bir alanda çalışıyorum. 23 yıldır, yani tüm kariyerimi bunun üzerine yaptım. Enzim inhibitörleri üzerine çalıştım çünkü birçok ilaç mekanizması buna dayanıyor. Alzheimer hastalığı üzerine çalıştım. Türkiye bitkiler yönünden son derece zengin bir ülke. Alzheimer hastalığına çare olabilir düşüncesiyle, geniş kapsamlı, yani 500-600 kadar bitki türü üzerine çalışmalar yaptık. Son 4-5 yıldır doğal kozmetiklere de yöneldim. Geliştirdiğimiz kozmetik formülasyonlar dolayısıyla, bundan yaklaşık 2 sene önce, TÜBİTAK’ın ve Kadın ve Demokrasi Derneğinin “İnnovasyonda Kadın” yarışmasında dereceye girdim. Ben herkesten farklı olarak oraya ürünümle katıldım, fikir aşamasını çoktan geride bırakmıştık ve bu konuda da oldukça güzel övgüler aldım.

Şimdi de bir solucan türünün anti-aging kozmetik ürüne dönüştürülmesiyle ilgili yeni bir çalışmaya başlıyoruz. Biyolojik gübre olarak kullanılan bir kültür solucan türü ve bundan bir kozmetik ürün formülasyonu geliştirmeyi planlıyoruz.

Eczacılık sektöründeki kadın istihdamı, mesleğin tercih edilirliği nasıl?

Eczacılık kadın dominant bir meslek… Kendi başına çalışma imkanı olması ve yerinin sabit olması dolayısıyla belki kadınlar daha çok rağbet ediyor. Fakültede de kadın öğrenci ve öğretim üyesi sayısı daha fazla. İlaç endüstrisinde kadın çalışan sayısı daha düşük, zaten ilaç endüstrisinde eczacı oranı da çok düşük… Domine eden grup eczacılardan ziyade kimyacılar… Eczacı odalarına bakıldığında da odalardaki kadın başkan sayısı çok az… Meslekte kadınlar baskın olmasına rağmen sivil toplum örgütlerinde ve yönetici pozisyondaki kadınların sayısı çok az! Bence bu durum gene kadınların mücadelesiyle değişebilir. Kadınlara cinsiyetçi ayrımcılık uygulayan bence yine kadınlar!

 Yeni kitap yazdınız… Ne üzerine?

Doğadan İnsanlığa Hediye İlaçlar adında bir kitap yazdım. İlaç veya ilaç olmaya çok yakın 10 tane bileşiği bulan bilim insanlarını anlattım. 10 mucitin hayatını anlattım. İdolüm olarak ifade edebileceğim isimlerden biri Marie Curie… Önemli bir bilim kadını… Bence herkes onun hayat hikayesini okumalı… İlaçla direk bağlantılı olmadığı için kitabımda yer almıyor.

 Türkiye’de verilen eczacılık eğitimine ilişkin ve eczacılık sektöründe kariyer yapmak isteyen genç kadınlara vermek istediğiniz mesajlar neler?

Mücadeleci olmalılar, şikayet etmemeliler ve çok okumalılar… Türkiye’de eczacılık fakültesi enflasyonu yaşanıyor. Şu anda sayı 40’a dayandı, bu kadar öğrencinin istihdamı nasıl sağlanacak, okullarda verilen eğitim şartları nasıl standardize edilecek bilemiyorum. Öte yandan yeni eczane yasası çıktı ve sadece boşluk ve ihtiyaç olan yerlerde eczane açılabilecek. Büyük illerde eczane açma imkanı artık yok… Türkiye’de eczane sayısı çokmuş gibi bir algı var ama aslında her 100 kişiye düşen eczane sayısı Avrupa’daki birçok ülkeden düşük. Çünkü homojen bir dağılım yok. Bu nedenle yasa gerekliydi…

Geçtiğimiz dönemlerde siyasi parti çalışmalarınız da oldu… Nasıl bir deneyimdi?

Siyaset ilgi duyduğum bir alandı; o havayı koklamak için de 25. dönem, 7 Haziran seçimlerinde Ankara 1. Bölge, AK Parti aday adayı oldum.

Kadınların çok rağbet göstermediği bir alan belki ama inanın korkulacak hiçbir şeyi yok! Seçilmek, milletvekili olmak zor evet ama kadınların şansının olmadığını düşünmüyorum, zorlamak gerekiyor, çekingen olmamak, cesur davranmak gerekiyor. Bence siyasette de önyargılı olunmamalı…

İşime döndükten sonra, bilimsel çalışmalarıma geri döndüm. Ama ister istemez siyasi bir kimlik üzerinize yapışıyor fakat bundan rahatsız değilim. Öte yandan herkesin zaten siyasi bir kimliği var; önemli olan kutuplaştırmanın, ötekileştirmenin yapılmaması… Ötekileştirildiğimi hissettiğim çok zaman oldu.