SADER Yönetim Kurulu Başkanı Ali Şengel: “Sektörün temel sorunlarının başında kamu alacakları geliyor; bu sorunun çözümüne ilişkin elini taşın altına koyacak bir karar vericiye ihtiyaç var!”
SADER Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Özer: “Bizler sadece hekimi değil çalıştığı hastaneyi de seçiyoruz aslında, dolayısıyla kullanacağı tıbbi cihazı da seçmiş oluyoruz. İşlemin başarısı da zaten tüm bu faktörlere bağlı”
SADER Genel Sekreteri Ferda Bayşu: Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenen yerli üretim konusunda Bakanlığımız global firmalar ile iletişimlerini sıklıkla devam ettiriyor. Global firmaların Türkiye’de üretim yapmaları adına teşvikler sunuluyor ancak bu noktada global firmaların sektördeki bazı belirsizlikler doğrultusunda yatırım anlamında tereddütleri oluşabiliyor.
SADER Yönetim Kurulu Üyesi Engin Arel: “Ben Japonlarla çalışıyorum ve orada bir kural var: Eğer bir firma gününde ödeme yapmıyorsa iflas etmiş sayılıyor. Ben Japonlara iflas etmediğimi göstermek için çaba sarf ediyorum”
SADER Yönetim Kurulu Üyesi Beril İzgin: “Yerli ürünlerin korunması amacıyla uygulamaya konulan fiyat avantajı maalesef yerli üreticiyi her zaman koruyamıyor. Fiyat rekabeti nitelikli yabancı üründen ziyade merdiven altı üretim olarak ifade ettiğimiz düşük kaliteli yerli ürüne karşı oluyor.”
Sağlık Gereçleri Üreticileri ve Temsilcileri Derneği (SADER) Yönetim Kurulu üyeleri ve Dernek müdürü klinikiletişim okurları için yuvarlak masa toplantısında bir araya geldi.
Dernek Müdürü Korhan Doğu:
“SADER, 1993’te, Ekim ayında ( 14 Ekim 1993 ), 14 büyük firmanın genel müdürleri tarafından kurulmuş – ihtisas derneği dışında – sektörün ilk ulusal derneğidir. O dönem için bu bir devrim! Çünkü daha önce sektör temsilcileri bir araya hiç gelememişler, SADER kuruluşunun öncesindeki yıllara bakıldığında herkesin bireysel şekilde varlık göstermekten yana olduğu görülüyor; o yıllarda belki daha rahat para kazanılıyordu ama organizasyon gerekliliği ortaya çıktığında SADER kuruldu.
O dönem şöyle bir ilkeyle yola çıkıldı; bayi düzeyinde kişi/kurum üyeliğe kabul edilmiyordu; ya ithalatçı ya da üretici olmanız gerekiyordu… Bugün de bu kural geçerliliğini korumaktadır. Tüm üyelerimiz ya büyük üreticidir ya da büyük kurumsal ithalatçıdır veya yabancı sermayeli şirketlerdir. 2017 Aralık itibariyle 71 üyemiz var; yeni üyeler de aramıza katılıyor. Derneğin kuruluşundan bu yana oluşan teamül ve Tüzüğümüz gereği üye kabulü ince elenip sık dokunuyor.”
SADER Yönetim Kurulu Başkanı Ali Şengel:
“SADER bir aile, üyeleri ailemize kabul eder gibi ediyoruz. Aylık toplantılarımıza giderken de resmi bir toplantıya gider gibi gitmiyoruz, aile toplantısına gelir gibi geliyoruz.
Sektörün temel sorunlarının başında kamu alacakları geliyor; bu sorunun çözümüne ilişkin elini taşın altına koyacak bir karar vericiye ihtiyaç var!”
Devlet Ödemeler Konusunda Rol Model Olmalı
SADER Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Özer:
“Toplumsal sözleşmenin en önemli maddesi, devletle vatandaş arasındaki ilişkiyi düzenlemesidir. Devlet bu sebeple ödemeler konusunda ne taahhüt ettiyse onu yapmalı; hatta herkesten daha fazlasını yapmalı ki diğerlerine emsal teşkil edebilsin. Hiç kimse bir ayda ödeme yapmıyorsa devlet bunu yapmalı ki rol model olabilsin…
Makro ekonomik konulardan bağımsız şekilde bizim daha mikro ekonomik tıbbi cihaz alanını düşünmemiz mümkün değil!”
SADER Genel Sekreteri Ferda Bayşu:
“Kamunun satın alım politikalarında fiyatlandırma politikası ciddi öneme sahip, kalite doğru pozisyonlanmadığı sürece sıkıntılar devam ediyor olacaktır diye düşünüyorum. Kamu satın almalarında sadece fiyatın bariyer olarak alınmasını doğru bulmuyorum. Günlük standartlarımızda bile seçimlerimizi yaparken dikkat ettiğimiz noktalarda, sağlık söz konusu olunca bu hassasiyet birinci derece değerde olması gerekiyor.
Dernek olarak istiyoruz ki, tüm ürünler doğru şekilde konumlansın! Halkımızın tıbbi malzeme konusunda farkındalığı yüksek değil. Dernek olarak bu algıya pozitif katkı sağlamak adına projeler üretmeye devam ediyoruz. Sağlık ekonomisi kavramı bu noktada ciddi önem taşıyor.”
Türkiye’de Bizim Sektördeki En Büyük Risk, İş Almak!
SADER Önceki Dönem Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyesi Engin Arel:
“Bence, SADER’in diğer derneklerden öne çıkan bir diğer tarafı da demokratik olmasıdır. SADER Başkanı kararları yönetim üyeleriyle birlikte alır, konu mutlaka yönetim kurulu üyelerine gelir, tartışılır ve karara varılır.
Bence medikal sektörde en sıkıntılı konular arasında ödemeler geliyor. Batılı ülkelere benzer bir ticaret ahlakımız yok, ben Japonlarla çalışıyorum ve orada bir kural var: Eğer bir firma gününde ödeme yapmıyorsa iflas etmiş sayılıyor. Ben Japonlara iflas etmediğimi göstermek için çaba sarf ediyorum. Türkiye’de de iflas etmemek için yeni imkanlar yaratmaya çalışıyorum. Bizler özel sektörüz; kuruluş sermayesiyle bir şekilde meydana getirilmiş şirketleriz… Yani devlet değiliz. Parası bittiğinde devletin para basma imkanı var; elbet bunu yapmaması doğru olan ama bizim paramız bittiği zaman ne yapacağız? Kaynaklarımızı kullansak bile bunlar sonsuz değil, ya sonra ne olacak? Bunu bilmiyoruz.
Şu an Türkiye’de bizim sektördeki en büyük risk iş almak! İş yapar konumda olmak… İş yapmamak daha sağlıklı, inanın! Hiç olmazsa öz kaynaklarınızı riske atmıyorsunuz. İş almadan batarsınız.
Ucuz Özel Hastaneler Oluşacak
Gündemdeki sıcak konular arasında yer alan şehir hastanelerine ilişkin görüşlerimi de paylaşmak isterim:
Türkiye’de sağlık yatırımlarını ve politikalarını değerlendirirken sektörel değil bütünlüklü bir yaklaşımla ülkenin genel bütçesine, ekonomisine ve küresel pozisyonuna bakılması gerekir. Bu ölçekte bakıldığında bence şehir hastaneleri de yanlış yatırımlardan sadece biridir! Sağlık sistemine katkısı olur mu derseniz bugünden daha iyi olacağına inanmıyorum. Ama kötüye gitme ihtimali daha fazla. Önümüzdeki süreçte ucuz özel hastaneler oluşacak. Hizmet kalitesi de sorgulanacak elbet! Dünyadaki uygulamaları bilen ve yakınen takip eden birçok kişi şehir hastaneleri konusunda olumsuz görüş bildiriyor. Avrupa’da vazgeçilmiş, devam etmemiş tecrübeler ama bizde çılgın gibi devam ediyor. Hizmet veren hiç kimse bu işin sağlıklı şekilde sonuçlanacağına inanmıyor ama herkes bu işin kötüye gitmemesi için çaba sarf ediyor.”
“Nitelikli Ürün Üretmek Yerli Firma Üzerindeki Yükü Arttırıyor”
SADER Yönetim Kurulu Üyesi Beril İzgin:
“Geçtiğimiz yıl içerisinde yayınlanan etik kod tamamen dernek üyelerimizce oluşturulmuş, derneğimize özgü bir kurallar listesi! SADER üyesi şirketler olarak bu etik kodun altına imzamızı attık. Etik bir ticaretin tarifi nedir, bu sektörde etik davranışlar nelerdir diye yazdık ve SADER’e yeni üye olacak tüm firmaların da bu kuralları kabul etmesi ve bu kurallara göre hareket etmesi şartını getirdik.
Son günlerde sıkça yerelleşme ve yerli üretimin desteklenmesinden bahsediliyor. Bunun özünde çok doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de nitelikli ürün üretmeye çalışmak aslında çok zor ve gerçekten de desteğe ihtiyaç var. Nitelikli ürün demek dünya standartlarında üretim yapmak anlamına geliyor ve eğer ihracat da yapıyorsanız başta AB standartları olmak üzere pek çok regülasyona uyum sağlamanız gerekli. Kaldı ki Avrupa Birliği, bu standartların gereklerini gün geçtikçe arttırıyor, kuralları sıkılaştırıyor ve sizi her yıl bir öncekinden çok daha iyi bir ürün üretmek mecburiyetinde bırakıyor. Bu tabi ki artan maliyet anlamına geliyor! Siz dünya standartlarına göre üretim yapma çabasındasınız ama alıcı kurumlar üreticiler arasında bu ayrımı yapmıyor, yapamıyor. Kamu İhale Kanunu’na göre en ucuz ürününün alınması gerekiyor. Her ne kadar Türk ürünleri korunuyor, fiyat avantajı sağlanıyor gibi görünse de siz zaten nitelikli yabancı ürünlerle değil – merdiven altı üretim- olarak ifade ettiğimiz niteliksiz ürünlerle fiyat rekabetine giriyorsunuz. Yabancı ürünlerle rekabette ise bakış açısı hep aynı. Eğer yerliyseniz fiyatınız düşük olmalı. Oysa ki üretim tesisi, makine parkı, çalışan iş gücü, standartlara uyum ya da maliyetler açısından ithal bir üründen hiç farkınız yok.
“Kota Sistemiyle İçerde Yerli Üretici Desteklenmeli”
Yeni bir ürünü geliştirme aşamasında finansal desteğe ihtiyaç duyuluyor. Ülkemizde Ar-Ge yapan firmalara sundukları proje bazında finansal destek sağlayan sistemler zaten mevcut. Yalnız bu sistemler projenin bitmesiyle beraber görevini tamamlamış oluyor. Oysa şöyle bir uygulamanın yerli üretimin desteklenmesi açısından daha faydalı olabileceği görüşündeyim: Diyelim ki TÜBİTAK’a bir proje sundunuz ve projeniz kabul oldu. Proje adımlarını başarıyla tamamladınız ve elinizde test edilmeye hazır bir ürün var. Bu üründen en az 5 adet demo üretim yapıp, devletin referans olarak kabul edeceği hastanelerde kullanıma sundunuz. Ürünün niteliğine ve fonksiyonlarına göre demo ürünleriniz 6-12 ay test edildi. Hastanelerden de ‘uygundur’ raporu aldı. Bu raporla beraber bakanlığa başvurduğunuzda
ürettiğiniz ürünün ithal muadillerine bir kota uygulaması getirilebilir. İthal ürünlere karşı uygulanacak kota sistemi ve yerli üretime uygulanacak etkin piyasa gözetim denetim nitelikli üretim yapan yerli üreticiye gerçek anlamda destek sağlayacaktır.